Magazin haberlerine dikkat kesilen birisi değilim ama Sibel Turnagöl’ün eşi Mehmet Çelik’in “kaçakçılık” davası ilgimi çekti. Bakalım adalet, zengin lehine mi?
Olayı bildiğim pek söylenemez. Haberlerde gözüme takılmış olsa da unuttum gitti. Hatırlatan ise Yargıtay’ın kararı oldu.
Sibel Turnagöl’ün galeri sahibi olan eşi Mehmet Çelik, yurda kaçak yollarla lüks araç getirmek ve bunu satmaktan yargılanmış.
Mağdurlardan birisi de Sibel Can. Ona da ABD’de kullanılmış bir cip satmış.
İş yargıya taşınınca Çelik, hem evrakta sahtecilikten hem de kaçakçılıktan yargılanmış.
Ancak yargı süreci çok çok uzadığından insanların hafızasından da silinmiş.
Aldığı cezayı çok bulan Çelik, Yargıtay’a müracaat etmiş ve Yargıtay da son sözü söylemiş; evrakta sahtecilikten 3 yıl, 4 ay hapsine…
Ama burada ince bir detay var.
Çelik, aynı zamanda kaçakçılıktan yargılanıyordu.
14 adet lüks aracı yurda kaçak yollardan sokmuş, haksız bir kazanç elde etmişti.
Belki bunu daha öncede yapıyordu ama kimse farkına varmamıştı.
Mahkeme, sadece “evrakta sahtecilikten” 3 yıl 4 ay hapis cezası vermiş ve Yargıtay da bunu onamış.
Peki kaçakçılık suçlaması nerede?
Zaman aşımına uğramış…
***
Bugünlerde yargıda reformu tartışıyoruz.
Kararların daha erken alınması, mağduriyetlerin önlenmesi için çözüm yolları arıyoruz.
Mahkemeye başvurduğunuzda veya sizden şikâyetçi olduklarında yargı sürecinin takvimini önceden bileceksiniz ve karar zamanını da öğreneceksiniz.
Uzayan yazışmalar, sürekle tekrarlanan oturumlar ve sürekli bir başka tarihe ertelenen mahkemeler olmayacak.
Böylece “ne olacak” stresiyle bir ömür geçirmeyecek, babasının davasını çocuğu ve torunu takip etmeyecek.
Yapabilirler mi bilmiyorum ama bana ütopya gibi geliyor.
Zira Mehmet Çelik’in davasında olduğu gibi “neyi zaman aşımına uğratacağını” bilenler bulunabiliyor…
17-25 Aralık’ta gördüğümüz gibi “düzmece” belgelerle bir darbe girişimine yeltenme var.
Ergenekon davasında da, paralel davada da gördüğümüz gibi “gıcık olduklarını” yaftalama var.
Ve elbette zenginler var…
Ve elbette güçlüler var…
Bizim gibiler için sorun yok.
Zenginlerle başımız derde girmediği müddetçe,
Herhangi bir örgütün kuyruğuna basmadığımız müddetçe,
“Güçlü” olanların karşısında yer alıp, bir de nanik yapmadığımız sürece, basit davalarla uğraşır, mahkemeye gider geliriz veya hiç mahkemenin yolunu bile öğrenemeyiz.
Yargı yani temel olarak adalet, güçlü veya güçsüzler için değil, haklıların hakkını korumak için var.
Ceza vermekten önce, mağdur edileni aklamak, onun onurunu iade etmek var.
Adalet, masum insanlar için olduğu kadar suçluların da “adil” yargılanması için var.
Eğer siz, birisi zengin diye “neyi zaman aşımına uğratmanız gerektiğini” biliyorsanız, burada adaletten söz etmemiz mümkün değil.
Türkiye’de çok uzun zamandır adaletten söz etmek zaten mümkün değildi.
Önce infaz edip, sonra yargılayan bir anlayışın sembolü olan İstiklal Mahkemelerinden bu yana adalet, daha çok “öç alma” aracı veya “güçlüyü koruma” makamı olarak kullanıldı.
Bu arada adil olmak için mücadele eden yargı mensupları da her dönem zor şartlar altında görev yaptı.
İşi götüren, güçlüyü koruyandı çünkü.
Ne ki, bir güçlü daha korunmuş oldu…
O aracın bir tek vidasını kaçak getiren biz olsaydık, kırk katır mı, kırk satır mı diye seçmek zorunda kalırdık…
Adalet, haklının lehine olacak ama ne zaman, işte onu pek bilmiyorum…
Tweetimden seçmeler
Kin, bir kadavradır. Hanginiz mezar olmak ister. Maktule onur olarak katil olmaması yeter. (Kim söylemişse güzel söylemiş.)