Adıyaman’dan Gerger Ortaca ’ya- 2-

Abone Ol

Üç saate yakın süren ve yılan gibi kıvrılan yol, bizleri hayli yormuştu. Bir an önce dinlenmek ve bir bardak soğuk su ya da ayranla kendimize gelmek istiyorduk. Muhtarın o büyük odasına varır varmaz, soğuk ayran eşliğinde, hazır olan yemeğimizi yedik. Akabinde demli kaçak çaydan birkaç bardak içerek, biraz olsun rahatlamıştık. Köyde ikamet edenler, özellikle Hacı hoca ile geç vakitlere kadar koyu sohbetimiz devam etti. Hele nereli olduğumuzu öğrendiklerinde, daha özel ve samimi olarak ilgilendiler. Yorgunduk, gözlerimizden uyku akıyordu. Yatağa girerken, uykunun ikiz kardeşi olan uykuya yenik düşmüş, “sabah ola hayrola” diyerek, hemen uykuya dalmıştık.

Köylerin vazgeçilmezi olan horozların sabah namazına kaldıran ötmeleriyle uyandık. Abdullah Hoca’nın 9 sene görev yaptığı camide, geçmişin anılarının tazelendiği bir ortamda namazımızı eda ettik. Merkeplerin bağırmasıyla bir tuhaf olan Necip, sanki hiç merkep görmemiş gibi, muzipliğine “bu böyle, şu şöyle” gibisinden sesleri birbirinden ayırt etmeye çalışıyordu. İkimiz arasında, seslerle alakalı, gizli, hararetli bir tartışma konusu bile oluyordu. Sabah kahvaltısına kadar, akşamdan kalma sohbetimize devam ettik. Aslında sohbetin tamamına yakını Abdullah hocayla ilgiliydi. Kadın, erkek, çocuk, herkes tanıyordu ve samimilerdi. Abdullah hoca, âdeta köyün bilirkişisi durumdaymış; her işe koşar, her işten anlar ve yapar, o zamanın meşhur arabası olan Renault marka Toros’uyla, köylünün her işine koşar, ilçeyle o köyler arasında âdeta gönüllü ambulans taksi görevi yaparmış. Sohbetimizde ki övücü konuşmalarına bakılırsa, tarlada, bağda, bahçede, ev yapımında, çeşme, yol, havuz yapımında, bilgisinden faydalanıyorlar, çoğu kez de beraber çalışıyorlarmış. Görevi sırasında, bir köy İmamından çok, köyden biri gibi olmuş, yıllardır bu dostlukları halen devam ediyormuş. Hacca gidince, 150 km. gidecek, helallik isteyecek kadar, güzel ve samimi bir dostluk kurulmuş.

Evlerinde kahvaltılık ne varsa sofraya sermişlerdi. Gözleri ve gönülleri bol olarak, tüm misafirperverliklerini bize sunmuşlardı. Dışarıya çıkıp, şöyle etrafımıza baktığımızda, önümüz Atatürk Barajı havzası, ardında Diyarbakır dağları ve toprakları vardı. Dağların kısman düz olan eteklerinde kurulu köyde, gökten başka bir yer görülmüyordu.

Ortaca köyü, Adıyaman’ın en ücra köşesi! Diyarbakır’a ve Elazığ’a daha yakın. Refakatçisi olan Fırat’ın koynunda! Teknolojiden bihaber, telefonların çekmediği yer. İnsanlığın ve insanı değerlerin özellikle de misafirperverliğin üst seviyede olduğu bir yer. İkramın, sohbetin yapıldığı en güzel yer! Gençlerin çok yaşlıların yaşadığı, yol gözledikleri yer. Kımıl dağını çevreleyen köylerden olan Ortaca ve komşusu olan köyler. Yılan gibi kıvrılan yollarla, ilçeye ulaşımın sağlandığı en zor yerlerden! Suyu, havası, doğası, sohbeti, hürmeti, ikramı ve insanlığı güzel olan yerlerden!

Köyde gençler yok denecek kadar az. Sadece yaşlılar kalmış. Geçim kaynakları sadece hayvancılık ve küçük toprak parçalarında, buğday, arpa, mısır ekiliyor. Muhtelif meyve ağaçları mevcut En güzel tarafları samimi, dürüst ve misafirperver olmaları, bir de buz gibi soğuk, şarıl şarıl Fırat’a akan çeşmeleri. Teknolojiyle fazla samimi değiller, bütün cep telefonları çekmiyor, onların yerini, kaçak sigaralar eşliğinde, olması gereken sohbetler yer alıyor.

Bizler ayrılmaya hazırlanırken, Abdullah Hoca, köyün evlerini dolaşarak, köylülerden helallik istedi.

Geldiğimiz yoldan dönerken, Konacık / Deyro mezrasına uğradık. Bir kaç evden oluşan küçük bir yer. En ilgi çekici ev, sanatçı Kemal Doğan’ın yaptırmış olduğu ev. Hiçbir masraftan kaçmamış! Çoğunlukla harabe olmuş, yıkılmış evler ilgimizi çekiyor. Yerle yeksan olmuşlar.Sanki bombalanmış gibi, kımen duvarlar ayakta duruyor. Deyro mezrası da çeşme suyu bakımından hayli zengin. Yıllar önce yapılan kaynak sularına takılan 75’lik iki plastik borudan, gümbür gümbür sular akıyor. İçemeyeceğiniz kadar soğuk. Köy çeşmesinin 100 metre altında aynı kaynak suyundan olduğunu düşündüğümüz bir kaynak, onun da alt tarafında yine buz gibi başka bir kaynak suyu var. Şükrü Ağa hoş sohbeti eşliğinde çayımızı içtik ve buz gibi suda soğuyan karpuzu yedik. Yıllarca hapiste yatmış, yıllarca Adana’da kalan Şükrü Ağa, hanımı öldükten sonra köye yerleşmiş. Yaşı sekseni geçmesine rağmen, yeni bir ev yapıp, yeniden evlenip, yeni bir hayata başlamak niyetindeydi.

İstikamet Konacık köyü, Mustafa Kılıç’ın eviydi. Köyün çok üstünde, dağın yamacında, yine soğuk bir çeşmenin başındaki evine gidinceye kadar yolda mümkün olduğunca sağa sola bakmıyordum. Yeni çakıl dökülen yolda, çoğu yerde patinaj yapan aracımızda, kan ter içinde kalmıştım. O kadar yüksekte ev yapılır mı ya! Köye ve baraja hâkim ve nazır bir yer de yapılmış. Tek bir ev, vahşi hayvanlardan kaçış bile mümkün değil. Öyle ki Mustafa Bey, Ayı’yla karşılaşması sonucunda, Ayı kolunun bir bölümünü koparmış. Ölümden dönmüş yani. Hoş sohbetli Mustafa beyin çayını içtikten sonra, Gerger’e doğru geldiğimiz yoldan dönüşümüz başladı. Bir daha o yoldan gider miyiz, bilemiyorum! Yaşadıklarımızdan sonra, sanırım o güzel insanları görmek için de olsa yine de giderdik. Gerger’de durmadan, Seyit Mahmut/ Tırsık mezrasında bulunan değerli dostumuz Hacı Ramazan Tutuş’ın yanına uğradık. Bir çayını içtikten sonra, farklı bir dönüş yolu olan Alidam köyünden Adıyaman’a, eve dönüş yaptık.

Yine farklı bir yeri size tanıtmış oldum. Eminim ki hoşunuza gitmiş ve beğenmişsinizdir. Gerçekten memleketimizin her köşesi bir cennet, keşfedilmeyi bekleyen bakir kalmış cennet köşelerinden yerlerdir. Hele gittiğiniz yerlerde yaşayanların misafirperverliklerine söyleyecek, anlatacak söz bulamazsınız. Anlatmaktan ziyade gezip görmek, bizatihi yaşamak gerek.

Kerim BAYDAK

kbaydak61-artan@hotmail.com