“Ah, Kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya.” Gülten Akın

Başlıktaki dize beni de kapsıyor tabii. Hayatı ‘Sıradaki...’ şeklinde yaşamaktan yoruldum. Yazılarımda bile bir telaş telaş! Öyle yumuşak yumuşak şiirlerde bahsedilen bir bahar telaşı değil benimkisi. Paldır küldür kıra döke yapılan, sakarlığa benzer bir şey. Etiket gibi üstüme yapışıp kalacak diye korkuyorum bu sakarlığa benzer telaş. Örneğin üstüme çok yağ döküp kirletmeye başladım. Bu en küçük kardeşime aitti sanıyordum. Elinden tuzluk hiç düşmez, yağların üzerine dökecek diye.

Abone Ol

Bir de geçmişe ait anlatılarda rahmetli babaannemin bir yemek davetinde yeni elbisesine yağ damlatma işi var ki evlere şenlik. Kızgınlıkla elbiseyi yırtmış ve hızını alamamış evi terk etmiş. Ev sahipleri çıkıp aramak zorunda kalmış. Neyse bulmuşlar, o da sakinleşmiş ve geri dönmüşler.

Telaş içindeyken alıştığımız davranış kalıpları içine kolayca düşeriz. Hâlbuki gelişmek için yeni şeyler denemek lazım deniliyor. Oysa bir şeyi öğrenmeye çalışırken birilerinin izlemesinden dahi rahatsız oluruz. Bizim için düşündükleri ya da başarısız görünme ihtimali bizi rahatsız eder. Ya da benim için öyledir diyeyim. Suçluluk duyduğum, utandığım, yapmamalıyım deyip yaptığım o kadar çok şey var ki... Duygular dizginlenemez, önüne set çekilemez. Ben duygularımla var oluyorum. Duygularımı yok edemem ama onları yaratan nedenleri değiştirebilirim.

Aslında biliyoruz ki herkes kendince haklıdır. İnançlarımızı, kararlarımızı, yaşam tarzımızı, bakış açımızı tek doğru olarak görüyor, herkesin de bizim gibi düşünmesini istiyoruz. Hem de birçok yanlışın sonradan doğru, birçok doğrunun da sonradan yanlış olduğunu defalarca deneyimlememize rağmen...

Deneyimlerimiz eşsiz ve benzersiz. Ne mutlu bana ki yaşamı hayvanlar üzerinden de gözlemle şansım var. ‘Kaju‘ bir sokak kedisi. Bahçesinde barındığı ev sahibesi koymuş adını. Aynı sahibe yenice bir sokak köpeğini de bahçesine aldı ve adını da ‘Badem’ koydu. Diğer sokak kedilerinin de adı baharat ve çerez adlarından. Bahçedeki tek köpek olarak Badem, sadece Kaju ile anlaşabiliyormuş. Her ikisi de çerez olarak kalp sağlığına yararlı. Bu ortak payda da buluşmuşlar sanırım kalp kalbe.

Bu uyumun yakalanmasındaki etkenlerden biri de özellikle Kaju’nun çok sakin bir yaradılışa sahip olması. Tabii sahibinin yakındığı ise çok tembel oluşu. Gözlemlediği kadarıyla kolay kolay yerinden kımıldamaz, kakasını karşı arsa yerine bahçeye yaparmış; üstelik gömme zahmetinde bulunmaz, ayakta dururken bile duvara yaslanırmış. Hatta sahibi ön patilerinden tutup havaya kaldırdığında öyle saldı ki hayvancağız kendini uzadı da uzadı bedeni. Nerdeyse yere değecekti. Bunu da sahibi kıpırdamaya bile isteği yok öyle miskin şeklinde yorumladı.

Hâlbuki ben elimi uzattığımda hemen arka patileri topladı. Bence ya sağlıkla ilgili bir problemi var (sonuçta sokak kedileri bakılsa da veterinerlik hizmetleri ne yazık ki sağlıklı yapılmıyor) ya da yaradılışı bu. Sahibine olan teslimiyetini de unutmamak gerekir. Fakat ucu bize dokunduğunda yargılamak, etiketlemek kolayımıza geliyor. Bunu kendimize de yaptığımız için otomatik olarak dışımızdakilere de yapıyoruz. Nereden mi biliyorum, kendimden.

Gün geçtikçe kuvvetten düşüyorum yaşım gereği. Bazen fiziksel rahatsızlıklarım da giriyor devreye derken kolum kanadım düşüyor. Kabullenmekte güçlük çektiğim için bildiğim şeyi yapıyor kendimi yargılıyorum, çok tembelsin diye etiketliyorum derken o kısır döngünün içine giriyorum.

Yine hayvanlara dönecek olursam, onların dünyasında iletişim çok farklı deniliyor bilgiye ulaşılabildiği kadarıyla. Fakat insanlar durmuyor ve onların üzerinden kendilerini tanımlamaya devam ediyorlar. Örneğin son zamanlarda çokça duyduğum ve okuduğum kitaplarda da zaman zaman denk geldiğim bir bilgi beni çok sinirlendiriyor.

Kendi algıladığım şekilde özetleyecek olursam o da şu; gittikçe hayvanlara olan düşkünlüğün insanları birbirinden uzaklaştırdığı, asıl geçerli olan ve insanı büyütecek olan ilişkinin insan insana olduğuna dair çeşitli şekilde sunulan bilgiler var. Doğru yanlış etiketlemesinden uzak tutarak değerlendireyim diyorum ama yapamıyorum.

Tut ki doğru; ne güzel haddini bilmek değil midir bu! En azından ne olup olmadığımı biliyorum ve uzak duruyorum insanlardan. Yani zararsızlık ilkesini uyguluyorum. Hani şu hayvanlarla ilişkisini çoğu zaman buna indirgeyen insanlar gibi. Diyorlar ya; ama ben zarar vermiyorum.

Benim tarafımdan bakıldığında da ( yani sabah yataktan çıkması için köpek ve kedilerin ihtiyaçlarının giderilmesi olan ben); ama ben zarar vermiyorum ki...

Gel de taraf olma! Ne bitmez tükenmez bir öfke ve kızgınlıktır bu, hangi konuya el atsam çıkıveriyor ortaya. Bunu yazılarımla sağaltmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Bari şuraya bir levha yazıp bırakalım:

“Bu yazılar Özlen A.Ş. tarafından üretilmektedir. Çevreye verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz. Anlayışınız için teşekkürler.”