Ofiste çayımı yudumlayıp, yarınki yazıma konsantre olmak üzereyken sekreter hanım kızımızın uyarısıyla kendime geldim. Önemli bir telefon varmış, arayan çok önemli biriymiş ama adını söylemiyormuş. Ne kadar önemli olduğu, adını gizlediğinden belli olmalı. İyi günümdeydim, “Bağla kızım” dedim.
Olacakları nerden bilirdim, bilseydim “bağla kızım” der miydim, düğümle derdim, sıkı sıkıya bağla bir daha da çözülmesin, hiç kimse telefonla aramasın, hatta dumanla haberleşme bile yapan olmasın derdim…
Ama dedim…
Ama telefon bağlandı ve ahizenin öbür ucundaki çok önemli ve çok gizemli kişi bana bir sır vermek niyetindeydi.
Sonunda “bir dost” deyip, kapatacağını düşündüm ama değilmiş…
AK Partinin en önemli adayı, şu an bir toplantıda delegelere hitap ediyormuş.
Bu ne yani dedim, bunun için mi beni rahatsız ettin. O kadar işim gücüm var. Yarınki gündem belirleyen yazıyı yazacağım yer yerinden oynayacak, kıyametin kopmasına da şuncacık kalacak.
Bu aday, öyle bildiğin adaylardan değil, demez mi?
Bildiğim adayları nereden biliyor, orası ayrı bir konu. Peki bilmediğim aday kim ola ki?
Bir baştan saydım, damat Ferit paşayı bile unutmadım…
Ama yok, kelli felli AK Partili bakan veya milletvekili değil, bu meçhul kişinin söylediği, bu önemli adamın bahsettiği.
Gazetecilik işte dürtüyor, dayanamıyorum, öğrenmem lazım ama bunu da belli etmemem lazım. Yoksa benden para koparmaya başlar ki sormayın.
Hem ben bir garip yazarım, ne yandaş medyayla işim olur ne candaş medyayla…
Atıyorsun dedim, atmıyormuş…
Peki be, söyle de rahatlat beni dedim, illa benle bir selfie çekme arzusu varmış. O olunca söyleyecekmiş. Zaten selfieyi de adaya yakın yerde şey edecekmiş.
Şöhret olmak başa bela, peki dedim.
Verdiği adresi not edip, hızla ofisten çıktım. Arkamdan sekreter hanımın anlaşılmaz sesleri geliyordu ama şimdi durup “ne, ne var?” diyecek kıvamda değildim.
Yolda 40 tane isim düşündüm.
Ölçtüm, biçtim, kestim, pike yaptım, düz dikiş yaptım, overlokla güzelce çevirdim ama yok kardeşim, bildiğim isimlerin dışında başka isim aklıma gelmiyor.
Bin tane Ali geliyor, damat Ferit Paşa geliyor, şahinler, güvercinler ama yok…
Tramvayda bana acayip bakan bir kadın gördüm, sonra fark ettim. Ben hem parmaklarımla muhtemel adayları sayıyormuşum, hem de sesli sesli konuşuyormuşum. Deli miyim neyim…
Sonunda bana çok önemli sır verecek olan gizemli dostumla buluştum. Ben onu tanımadım tabii, o benim hayranım olduğundan tanımış.
Selamlaştık, öpüştük, kırk yıllık dost gibi bir de sıkı sıkıya sarıldık. Sonra selfie çektirdik.
Ve o önemli ismi alma sırası geldi.
Hayır, dedi o kadar kolay değil. Bak tam şurada bir otel var, onun da konferans salonu var. İşte AK Partinin en önemli adayı, muhtemel başbakanımız orada, delegelere hitap ediyor dedi ve ondan sonrasını duymadım, koşar adım konferans salonunun olduğu otele gittim.
İçeri girdiğimde loş ışıktı, konuşmacı pek seçilmiyordu. Şansıma ses düzeni de bozuk olduğundan konuşmacının sesini de tanıyamadım.
Ama kısa boyluydu. Saçı döküktü. Gözlüklüydü. Sanırım hafif de bir bıyığı vardı. Çok hafif olup olmadığını bilmiyorum, neticede tartma imkanına sahip değilim. Biraz daha dikkat ettim, ara sıra gülüyor, ara sıra boş boş bakıyor ve ara sıra da az önce söylediğini geri, alıyordu.
Bir köşeye oturup, konuşmaları dinledim.
Laiklik diyordu, halk diyordu, diktatör diyordu, yolsuzluk diyordu, paralel ne yahu diyordu, lan diyordu, lun diyordu ama hiç AK Partili bir aday gibi konuşmuyordu.
Halk evlerinden bahsetti, tek parti döneminden söz etti, 10 yılda ülkeyi demir ağlarla ördüklerinden söz etti.
Sonra İnönü’ye çattı, sola laf etti, demokrasiden ve çok partili rejimden söz etti.
AK Partinin 14 yılda yaptıklarından övgüyle söz ederken, ben artık normal bir toplantıda olmadığımı anladım ki, pet şişeler havada uçuştu, konuşmacı yuhalandı, sahneye yürüyenler oldu, güvenlik konuşmacıyı korumaya aldı.
Bu arada cırtlak bir ses “ben başbakan olmalıyım.. ben başbakan olmalıyım, ben başkan olmalıyım” diye kulağıma geliyordu, belli belirsiz.
Bir kargaşa, bir patırtı, bir gürültü derken, içeriye polis, gazıyla birlikte girdi ve o andan sonra olanları hatırlamıyorum.
Gözümü hastanede açtım, ilk sorum o konuşmacı kimdi oldu ama cevabını alamadım.
Bereket sekreter hanım kızımız imdadıma yetişti. “ben başbakan olmalıyım.. ben başbakan olmalıyım, ben başkan olmalıyım” diyen kişi AK Partili değilmiş, yanlışlıkla CHP’li delegelere hitap eden, CHP’nin genel başkanıymış.
Kemal bey, yürüyen merdivene ters bine bine, yanlış partinin genel başkanlığına, yanlış partinin delegelerinin önünde aday olmaya kadar işi götürmüş.
Hiçbir şeye yanmam da, bizim selfie boşa gitti, ona yanarım…
Not: Cenk Gülen’i bilenler, yazı tarzını da iyi bilir. Belki de Cenk Gülen, Naif Karabatak olarak yeniden doğuyordur, kim bilir….
Tweetimden Seçmeler
Bize hep, bu ülkede okumuşlarla okumamışların kavgası var gibi gösterildi. Oysa asıl kavga okumuşların kendilerini sahip bilmeleriydi.