Allah (CC) İnsanlara kıl denen bir meleke vermiş. İnsan o sahip olduğu akılla, düşünme, idrak etme ve yorumlama kabiliyetleriyle diğer canlılardan ayrılmaktadır. Akıl sahibi olanlar, başka akıl sahiplerine çoğu zaman akıl vermekten geri kalmazlar.
Kendi hatalarına, kusurlarına ve cürmüne bakmadan, ya da düzeltme yoluna gitmeden; başkalarının hata ve kusurlarını ortaya çıkarır, onlarla alay eder, dalga geçer ve sürekli aşağılayarak, hep üste olmak ister. Sürekli bir ön yargı ve art niyetli olarak yargılama yoluna gider.
Yapılan ve söylenen birçok iş ve eylemde doğru ve yerinde bir karar verilmesi gerekirken, sağdan-soldan, oradan-buradan söylenenlere göre değil, kendi hür ve özgür iradesiyle karar vermeli ve ona göre hareket etmelidir.
Ağzı olan konuşuyor” kabilinden, her ağızdan bir takım söz ve söylemler çıkıyor, neyin doğru, neyin yanlış olduğu hakkında ileri, geri konuşmalar yapılıyor. Herkes birbirine akıl veriyor, yapılması gerekenleri sıralıyor. Elbette karşı çıkan, yanlış veya doğru olduğunu söyleyenler olacaktır, çıkarılması gereken dersler olacaktır. Ancak bunu dalga geçercesine, alay edercesine, rencide edercesine, hariçten gazel okurcasına yönlendirmek, makul ve mantıklı olmayan değişik yollara saptırmak, doğru olmayan, yapılmaması gereken davranışlardandır.
***
Tabi insan yaptıklarıyla ve söyledikleriyle herkesi memnun etmesi beklenilmez ve bu mümkün de değildir. Bazılarınca kabul gören ve beğenilen birçok şey başkalarınca kabul görmez ve beğenilmez. Öyle dışarıdan ahkâm kesmekle, yapılanlardan bihaber olanlardır.
Aldığınız kararalar ve söylediğiniz şeyler, size aittir, size akıl verme ahmaklığına girişenler bunu bilemezler ve anlamazlar. Söylediğiniz, yaptığınız şeylerin size ait olması da farklı bir şeydir. Buna rağmen bazı zevatlar size akıl vermekten geri kalmazlar, asla bu huylarını ihmal etmezler.
Belki konu hakkında fikirlerine başvurulabilir ama kendi dediklerini, bildiklerini yapmak gerekir.
Kime danışsanız da, kimden akıl alsanız da, kimi göre doğruluğu tartışılsa da, yine de kendi bildiğini yapmak gerekir. Akıl denen melekeyi ve düşünme yetisini, yerinde ve zamanında kullanmak gerekir.
***
İfrit ve tefrit ikilemi arasında kalan marjinaller ve söylemleri, etnik milliyetçilik cengâverlerinin hem ne kadar mahir olduklarını göstermiş, hem de şaşırtmış durumdadır.
***
İnsan, dünyaya doğar, yaşar ve ölür. Ölüm, kimilerine göre son ise de inananlara göre, yeni bir başlangıçtır. Fani dünyada, dünyalık bir takım gerekler yerine getirilirken, hayatını idame etmek etmesi bazı kazanımlar, kazançlar sağlarken, bir taraftan da ahireti için azığını toplar. Kazanmak, bu dünya ve ahiret için kazanmak! Ancak kazanç deyince, sadece mal, mülk, makam, servet, şan, şöhret, unvan… kazanmaktan ibaret değildir. Bunu her insan fanilikte kazanır, kazanabilir.
Asıl önemli olan, son nefeste, Sekerât-ı Mevt`te, bu kazandıklarının hesabını verebilecek bir şekilde, ruhunu Rahim’i Rahman’a teslim etmektir. Dünyanın gösterişli, yapmacık, hali, şaşalı, süslü püslü yaşamı, ancak çıkarcı ve inanmayan insanların yapacağı, vazgeçemeyeceği hallerdir. İnsan dünyayı da, ukbayı da dengede tutacak yüreği güzel, samimi şekilde bir yaşam sürmelidir. Gerisi kendiliğinden gelecektir.
***
Her şeyin sahibi olan Hâkim-i Mutlak, kâinata bozulmaz/bozulamaz bir ölçü ve denge koymuştur. Çünkü bu dünya hayatı, ancak ölçülü, dengeli olmakla, bu ömür anlamlı olur, mana kazanır, yaşamak güzel ve özel olur. Bu dengenin ve ölçünün bozulması, dünyayı yaşanmaz hale getirdiği gibi, beşeri ilişkilerde, maddi sıkıntılara, ruhi bunalımlara, ekonomik yıkımlara, psikolojik sorunlara, toplumsal dengesizliklere (stres, depresyon, cinnet…) sebep olmaktadır.
***
Fertler, toplum içindeki beşeri münasebetler ve sosyal ilişkiler sonucunda, kendi kişiliklerini, duygu ve düşüncelerini ifade etmişlerdir.
Bu duygu ve düşüncelerini zaman zaman oluşturulan aktiviteler sayesinde, gerek görsel, gerek işitsel olan yollarla birbirlerine ulaştırmaya çalışmışlardır. Bunun neticesinde, birtakım fikir ve düşünce ayrılıkları ortaya çıkmışsa da müşterek menfaatlerde uzlaşmacı ve ortak paydalar da ortaya çıkmıştır.
Kişisel hak ve özgürlüklere saygılı olarak kırmadan, kırılmadan, sıkmadan, sıkılmadan, aynı vatan üstünde, aynı bayrak altında ve aynı toplum içinde, sosyal hayatını idame etmişlerdir. Bunları yapanlar, var olmuşlar ve varlıklarını devam ettirmişler, yapmayanlar da yok olup gitmişlerdir, tarihten silinmişlerdir.
***
Girdiğin yol, ya düzgün doğru bir yoldur, ya da meşakkatli, çetrefilli, zor ve çetin bir yoldur.
Bu yol da belki canını vereceksin, belki malından olacaksın.
Olsun, girdiğin yol Hakk’a varıyorsa, rahmana çıkıyorsa, her şeye değmez mi?
Kerim BAYDAK
kbaydak61-artan@hotmail.com