Artık meclise girdiler, kendimize gelelim!

Abone Ol

         Türkiye’de bir kesimin dışlanıp, bir diğer kesimin kucaklanması hiç eksik olmadı. Çünkü bu ülkede bir kesim, her zaman bu ülkenin gerçek sahibiydi ve karar verici konumdaydı. Görevde olsalar da, olmasalar da bu değişmiyordu. Yerleşik düzen, onların isteğine göre tanzim edilmiş, “olur” verdikleri veya “olmaz” diye direttikleri vardı.

Dün, bunlardan en önemlisi gitti…
Onların olmasını tahayyül dahi edemedikleri bir hak, yerini buldu.
Milletin temsilcisi “başımı açmak zorundayım” kaygısı taşımayacak ve halkın taleplerine mecliste çözüm arayacak.
Okullar serbest oldu, kamu kurumları özgürleşti.
Daha da var aslında; polis-asker-hâkim ve savcı…
Ancak, Türkiye’nin geçtiği zor süreç, bir hakkın iktidarda olsan bile nasıl zorla alınabildiğini gösterdi.
11 yıldır iktidar olan AK Parti, ilk gün yapması gerekeni, 11 yıl sonra ancak yapabildi.
Bunda toplumun huzurunu kaçırmama, dengeleri koruma, kargaşaya zemin hazırlamama ve daha kötü senaryoların hayata geçirilmesine engel olma adına yaptı.
Toplumda “hak” sorunu, fazla yok.
Bu milletin içinde ayrışma yok.
Belli ideolojilerde, belli gruplarda ve belli hiziplerde ortaya çıkan karşı duruş, topluma mal edilemez.
Halkın içinde Kürt-Türk ayrımı da olmaz, Alevi-Sünni ayrımı da…
Namaz kılan, oruç tutan veya ibadetlerini yapmayan, inanan-inanmayan ayrımı da halkın arasında değil, belli ideolojilerin gündeminde olan bir konuydu.
50 yaşına merdiven dayamış birisi olarak, bugüne dek iletişim kurduğum hiç kimsenin dinini veya mezhebini sorgulamadığım gibi, ırkını, kimliğini de sorgulama gereği duymadım.
Ancak, sahip olduğu değerlerin korunmasını savundum.
İnsanlar inandığı gibi yaşamalıydı.
Kendini nasıl ifade ediyorsa öylece ifade edebilmeliydi.
Herkesin “dürüst” olması da mümkün değildi, sahip olduğumuz ahlak anlayışına uyması da…
İnsanların günah işleme özgürlüğü de olmalıydı, günaha yaklaşmama özgürlüğü de…
Toplum, dediğinizde “size benzeyen yığınlar” olmadığı açıktı.
O zaman, çok seslilik, farklılık, aykırılık, tezatlık da kaçınılmazdı.
Belki burada esas olan, herkesin bir diğerine saygılı olması, haklarını koruma çabasının yeter seviyeye çıkmasıydı.
Bana yapılan saygıya saygısızlıkla karşılık veremezdim.
Öyleyse size nasıl davranılmasını istiyorsanız, karşınızdakine de öyle davranmanız gerekir.
Sizin aldığınız hak, “özel” olmanızdan dolayı değil, insan olmanızdan dolayıdır ve karşınızdaki de insandır.
***
Yazının başlığına işte şimdi gelmek istiyorum…
Muhafazakâr kesimin en acı yarası, başörtüsü zulmüydü.
Zamanında namazdı, Kur’andı, ibadetlerin neredeyse tümüydü…
Hatta çocuğuna kurmaya niyetlendiği isimdi.
Bir araya gelme, cemaatleşme, dernekleşme, vakıflaşmaydı…
Bütün bunlar aşıldı, demokratikleşmede çok önemli mesafe alındı, halen alınacak mesafeler var.
Kanayan yara haline gelen başörtüsü sorunu da, çözüldü; çocuklarımız okula, bacılarımız işe veya bizi temsil edecekleri meclise kadar girebildiler.
O zaman kendimize gelmenin şimdi tam zamanı…
Unutulmasın ki, kişisel haklar, bir kesime ait değildir.
Bugüne kadar ülkenin sahipliğine soyunan ve kendisi gibi olmayanlara her türlü hakkı reva görmeyenleri iyi analiz etmek gerekiyor.
Bu toplumda her görüşten insan var; kimi sağcı, kimi solcu, kimi orta yolcu ve kimi de uçlarda gezen ve kendini böyle hissedenler…
Sizin sahip olduklarınızın bir benzerini talep edenlere “ama” diyerek bahaneler bulma zamanı değil.
Bu ülkede herkes anadilini konuşmalı, herkes anadilinde eğitim alabilmelidir; ben alıyorsam, başkası da alabilmelidir.
Bu ülkede herkes ibadetini korkusuzca, çekinmeden ve dilediği mekânda yapabilmelidir; ben yapıyorsam, herkes yapabilmelidir.
Her türlü fikir özgürce söylenmeli, bir başkasına hakaret ederek, kendi fikrini öne çıkarmaya çalışmamalıdır.
İnsanlar, farklılıklarıyla oluşturdukları toplumda, kendilerini ifade edebilecek ve var olduklarını gösterecek şekilde davranabilmelidir.
Bundan da kimsenin korkmasına, ürkmesine gerek yok.
Asıl korku, yasakların ve baskıların sonucunda meydana gelen patlamadır, hak verme değildir…
 
Tweetimden seçmeler
Hiç abartmıyorum, mecliste başörtülü vekilleri görünce gözyaşlarıma hakim olamadım. Nerelerden geçti bu ülke, ne baskı, ne zulümlerden!
www.naifkarabatak.net