Mevlana’ya göre üç çeşit aşk vardır:
1-Aşk-ı Hakiki
2- Aşk-ı Mecazi
3-Aşk-ı Hımari
Aşkı Hakiki, hüsnü mutlaka olan aşktır ve sonsuzdur. Aşkı mecazi, hüsnü mutlakın doğaya ve nesnelere yansımasıdır ve sonludur. Aşkı hakiki ve aşkı mecazinin belirtisi ikiye ayrılır.
a-Aşkı Celi(Açıktan aşk), örneği ‘Bülbülün güle aşkı’
b-Aşkı hafi(gizli aşk), örneği; ‘Kelebeğin( pervanenin) Işığa olan aşkı.
Aşkı himari(hayvansal aşk) Bu da ikiye ayrılır.
a-Yemek aşkı(yemek, içmek zevki)
b- Cinsel aşk(seksi, şehevi zevk)
Hayvansal aşka aslında aşk denilmez. Ona cismani zevk demek daha doğrudur.
Aşk insanın elinde olmayan bir şeydir. İnsanın güzelliğe veya cismani olana elinde olmayarak tutkun olunması ve bir nevi tutsak olmasıdır. Sigara ve alkole tutsak olması gibi. Aşkın düşünceyle felsefeyle hiçbir ilişkisi yoktur. ‘Bilinçli sevgi ve benzeri’ sözler istisnalardır. Ariflerle ilgilidir ve çok çok azdır. Doğal da değildir. Bu çok üstün bir sevgidir.
Örneğin, yoğurdu seven birisi yoğurdun ne olduğunu bildiği için sevmemektedir. Ondan hoşlandığı zevk aldığı için sevmektedir. Ama biri de vardır ki, hem yoğurttan hoşlanır, zevk alır hem de yoğurdun ne olduğunu onun yapısını detaylı olarak bilir.. Buna bilinçli sevgi denilebilir. Ama yine de aslolan yoğurttan hoşlanma ve ondan alınan zevktir bu elde olmayan, doğal olan bir sevgidir.
Aşk; maşuka tutulmaktır. Elinde olmayarak ona meyletmektir. İşte tapma, tapınma tapış budur.
‘’Ereeyte menitteheze İlahehu hevahö’’((Ya Muhammed) hevasını ilah edinen kimseyi gördün mü?.) Furkan-43
Heva; heves-arzu demektir. Kişinin hevesi şiddetli arzuladığı istediği ne ise, onun ilahı (mabudu) odur. Bir hadis rivayeti de var. ‘Mahbubunuz, Mabudunuzdur’ işte insan tapış zevkini, ya hüsnü mutlaka yaratıcısına taparak (Şiddetli arzu duyarak yani şiddetli severek ki aşk; ifratı muhabbettir(*)) tadacak yada hüsnü mutlak olan yaratıcısının aleme ve içindeki, nesnelere(O arada insana) yansıyan güzelliklere güzel olan her şeyi şiddetle severek(arzulayarak) tadacak, tapış zevkine erecektir. Yansımalara olan sevgi Mecazi Aşktır.
Hayvani zevklere aşk sevgi denmez. O hayvanlarda daha yoğun olarak vardır. Yemek içmek zevki ve cismani olan sufli olan(Seks ve şehvet gibi). Onlarda tapış zevki yoktur. Onlar, 5-10 dakikalık latif olmayan hayvani zevklerdir. Bu gibiler, ne hüsnü mutlak olan yaratıcıya ne de onun aleme yansıyan güzelliklerine tutkundurlar. Ne de taptıkları vardır. Onlar bu alemde de, iç alemde de tapış zevkinden mahrum yaratıklardır. Odun kütüğü ve kaskatı taş gibidirler. ‘’Kasiyetil Kulubuhum!(Kalpleri katılaşmış, yürekleri katılaşmış)Hac 53-Zumer-22. Onların sürekli ve ateşli bir zevkleri, heyecanları (Dinamizmleri) yoktur. Onlar pasif kirli bir yaşam içindedirler. Yarı ölüler gibidirler. Ne hakka ne de halktaki güzelliğe taparlar.
Mealen bu konuda bazı dizeler sunarak, sevenlerin gözlerinden sevgilerimle öperim.
‘’Aşkı mecazi
Cisri hakiki(cisr, köprü-geçit anlamınadır)
Geçmeyen ondan
Kâmil olamaz
Hiç sevmeyende
Benzer çobana’’(çoban, yabani anlamına)
‘’Sordum nedir bu herkeste ki zevk
Nedir bundaki hikmet
Dedi : Akillere zevki bedai(bedii zevk)
Cahillere yemekle şehvet’’ Filipeli Hacı Bey(Amakı Hayalın Yazarı).
Cismani, seksi olan zevkin dışındaki sevgiler, güzele- güzelliğe olduğundan cinsiyet farkı da yoktur. Sevgi, doğadaki, ve nesnelerdeki güzelliğedir, tene-bedene değildir. Örneğin, bülbül hayvandır, gül bitkidir. Kelebek(pervane) hayvandır; ışığa aşıktır.
Allah’ın Hüsnü Mutlak’ına yada Allah’ın alemlere ve nesnelere o arada İnsan’a yansıyan güzelliklerine aşık olmayanların, ne Allah’a ne de Allah’ın, doğadaki güzelliklerine tapması yoktur. Çünkü tapmak, insanın elinde olmayarak sevgilisine tutsak olmasıdır. Bir türlü ona meyilden kurtulamamasıdır. Bu sevgiyi, aşkı bulamayanların ne taptığı biri vardır nede onda tapışın zevki vardır.
Peygamberimiz(S.A.V) ‘’ Bir vecdi olmayanın zevki yoktur.‘ buyurmaktadır. Vecd, içten gelen bir saika, bir hareket bir cezbedir. Yani güzel olan Allah’a ve onun güzelliğini yansıtan doğadaki ve nesnelerdeki güzelliğe aşırı derecede sevgisi olmayanın taptığı kimse yoktur. Onun bedii zevki de yoktur. O bu dünyada tapışın zevkine ermemiştir. Bu gibilerin mabudu, taptığı zevk aldığı cismani olan ve çok kısa süreli olan yemekle şehvettir. Bunlar kısmi, kısa süreli zevklerdir ve sonludur. Sevgi- aşk sürekli ve sonsuz olandır. Bu gibiler, cismani heva, heveslerini (arzularını) ilah edinmişlerdir.
ÖLÜNCEYE KADAR MABEDLERDE BULUNSALAR DA!.
Ayrıca doğadaki güzellikler; kuşlardaki, insandaki, nefesteki, tellerdeki güzel sesler, güzel nağmeler de yaratıcının, doyulmaz, çok tatlı can alıcı sesinin yansımalarıdır. Onun için güzel sesler, nefesler, nağmeler çok sevilir.
Bir fkra…
Bir gün birisinin merkebi kaybolur. Bir türlü bulamaz. Günlerden de cumadır. Cuma namazına gider. Namazdan önce, hoca efendiyi görür.
-Hocam, merkebim kayboldu, bir türlü bulamıyorum.
Der.Hutbenin ardından:
-Lütfen cemaate sorsanız, merkebimi bulan gören var mı diye. ? der.
Hoca efendi de:
–Peki söylerim evladım.
Der. (Hani eski imamlar yaşlı başlı kâmil kâsip olurdu ya) Hutbenin ardından, hoca efendi minberden:
-Ey cemaat; içinizde güzel sesten hoşlanmayan, güzeli-güzel sesi sevmeyen var mı? Diye sorar. Cemaatten ses seda çıkmaz. Yalnız, cemaatin içinden
-Hocam ben hoşlanmam, diye birisi seslenir. Bunun üzerine Hoca efendi, o kişiye ayağa kalk der. O kişi ayağa kalkar. Hoca efendi, o kişiye şöyle bir baştan aşağı bakar, bakar.. Sonra cemaate dönüp;
-O merkebim kayboldu, diyen kişiye de seslenip, sende ayağa kalk der. Merkebi kaybolan da ayağı kalkar; Hoce efendi ’Merkebin bulundu evladım. Yuları getir ‘Şu ben güzeli-güzel sesi sevmem’ diyenin boynuna tak götür. Meğer, o merkep içimizdeymiş’’ der.
Demek ki bizde de böyle nur yüzlü, aşık, arif Hoce Efendilerimiz eksik değilmiş.
Bu aşk-sevgi bahsi açılmışken; bizim derya deniz tasavvuf dünyamızdan ve tasavvuf şairlerimizden, tasavvuf şairlerimizin bazı ateşli aşk ve sevgi şiirlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Önce çoğunun tanımadığı Şair Tokatlı Azmi Yaman Bey’in şu hikmetli şiiri ile başlıyorum:
‘’Erbabı safa azmile sahrayı talepte
Kal ehli (Laf söz ehli) uyur, kûşei mezhep ve nesepte
Hal ehli bütün sızdı bu dergahı edepte
Aşk ehlini gör, ne emel var ne elem var
Aşk ile geldi aşkı beyan eyledi gitti’’
Öyle ya. Emeli olmayanın elemi olur mu?
Hüsnü Aşkın yazarı Şeyh Galip’ten bir tek dize:
‘’Şarabı aşkı daim desti mürşitden içenden sor’’’
Demek ki aşk(şarap) bir tılsımlı iksir imiş.
Niyazi Mısriden bir beyit; ‘’Hamrı ruyi yar ile mest olan anlar bizi’’
(sevgilinin yüzünün güzellik şarabı ile, sarhoş olan anlar bizi)
Burada şarap, doğrudan sevgilinin yüzünün güzelliği oluyor.
Halveti pirlerinden Kuşada’lı İbrahim Efendinin halifesi Antep’li Aydi Baba’nın şu ilginç dizeleri;
‘’Senin aşkın bana zühtü takvayı unutturdu’’
Namazı, mescidi, ibadatı unutturdu.
Acep halet imiş aşkın beni rakkase(dansöze) dönderdi.
Nedem ar ile namusu, vekaratı unutturdu’’
Mehmet Âkif gibi, muhafazakâr hatta batı edebiyatına karşı olduğu için bağnaz, gerici gösterilmeye çalışılan büyük edebiyatçımız Muallim Naci’nin şu beyitine bir bakınız:
‘’ Gönlüme sakiyi mimar eyledim meyhanede
Allah! Allah! Kabe imar eyledim meyhanede’’
Urfalı Müftü Halis Efendi’nin şu itirafına ne diyelim:
‘’Görmedim medaris içre(Medreselerde)
Aşkı sevdasın halis
Anın çün ilmimi meyhanede rehni şarap ettim.’’
Hazreti Fuzuli’nin şu ateşli beyiti:
‘’Arayıp gezmededir pervaneyi aşkın ateşi
Dosta can vermek muradı bilmem istiğna nedir’’
Bir de 400 sene evvel yaşamış ,Adıyaman’lı Aşık Pirimiz Çeraği Baba’nın özlemine bakınız:
”Yolda kaldı gözlerim ol dilberi rana gelecek
Saçı sümbül lebleri mül ruhları hemra gelecek.
Vay anın didei ahusuna düçar olanın
Mestü hayran olacak başına sevda gelecek.”
Bakınız Paşalar paşası büyük şair Ziya Paşamız yüce makamından nasılda emri veriyor:
”Saki! getir ol badeyi kim mayei candır”
Ve de Şairlerin Ulusu Türkmen Şairimiz Bağdatlı Ruhi, nasılda pervasızca meyhanenin yolunu gösteriyor:
”Nice bu dağdağai aklile berbat olalım.
Yürü yahu meyhaneye birazda abad olalım
Serelim kûşei meyhaneye bir eski hasır.
Dest vurup camı meye gusseden azad olalım.”
Ve de Baş Müftümüz Şeyhül İslam Yahya Efendi, hem de Şeyhül İslam, bakınız hele ne söylüyor ve fetvayı veriyor, baş fetvacımız;
‘’Mescidde riya pişeler etsin ko riyayı,
Meyhaneye gel kim ne riya var, ne mürai’’
Urfalı Kadiri Şeyhi Şeyh Saffet ise felaket:
‘’Biz sofiyi meyhanede irşad edecektik
Sittin sene mescidte otursun da gebersin’’
Ya şuna ne dersiniz? Bir şairimiz ki; şahane:
Bakınız güzeller güzeli, canımız, efendimiz Nur Muhammed’in (S.A.V) gül cemali için ne söylüyor:
‘’Ya Resulallah! Gözleriyin şuası kirpiklerinden Kevser misali akıyor
Sümme haşa-Budur Allah- diye insan sana tapıyor.’’
İşte bir tane daha ki, insanı dinden imandan eder maazallah:
‘’Hubular(dilberler) sohbeti dinimden artıktır benim
Dilerim ilahi sinemde dildâr olsun da iman olmasın tek’’
Aşığa bak! Hem de Allah’tan istiyor. Aşık şairimizin demek istediği şudur:
Hubular(dilberler) dediği, rintler yani nurlu cemale sahip mürşitlerdir. Dildar(Gönüalan) buyurduğu da Allah’ın ve yansıtıcısının doyulmaz cemalidir.
Hayali Hazretlerine ait şu iki dize:
‘’Cihanâra cihan içredir, arayı bilmezler.
Olmahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.’’
Cihanara; cihanın güzeli.,
Mahiler; balıklar demektir.
Ya büyük, aşık velimiz Yunus, nasılda sevgilinin kapısında kul oluyor.
‘’Taptuk Emre tapusunda kul (köle) oldum kapısında’’
(Demek ki, sevgiliye Taptuk Hazretlerine(İnsan-ı Kamile ) kul olmadan olmuyor) Daha nice arif aşıklarımızın, aşk-sevgi için söyledikleri ateşli ve hikemi (Hikmetli) yüzlerce-binlerce dizeleri vardır. 35-40 yıl önce bir aşk meclisinde, cezbe halinde irticalen bu fâkirin dilinden de şu iki dize dökülmüştür.
‘’Kılıp narı aşkına AHMEDEYNİN müptela beni
RUFAİ’’de bülbülü şeyda, BEDEVİ’de pervane beni’’
Tasavvuf edebiyatçılarının, büyük tasavvuf pirlerinin dizelerinde kullandıkları mecazi sözcüklerin gerçek anlamları şöyledir:
Mey: muhabbet-sevgi-aşk
Meyhane: Piri Kâmilin oturduğu mahal(dergah)
Dilber: Hüsnü Mutlak’ı tam yansıtan sevgili Nur Muhammed.
Saki: En kâmil mürşid anlamında Hz.Muhammedin gül cemaline aşık olan pirler piri Hz.Alidir. ve onun hepside mürşidi Kâmil olan evlatları ve varisleridir. Zamanın tasavvuf şairleri o zamanın koşullarımı nedir iyice bilinmez, nedense hep mecazi simgeler kullanmışlar ve mecazi konuşmalarla gerçek sevgilerini bir nevi gizlemişlerdir.
BÜTÜN SEVENLERİN MUHAMMED AŞKINA GÖZLERİNDEN ÖPEREK..
(*)” Vellezine amenu eşedde hubben lillahi ”(Allah çok şiddetli sevilecek) Sure-i Bakara-165
ÇOK ÖNEMLİ BİR NOT: DİKKAT!
Şeyh Galip’in bir beyiti:
‘’Kendi şahsına hoş bak, zübde-i alemsin sen.
Merdümü didei ekvan olan Ademsin sen.’’
Cenab-ı Muhammed için, mevlütde geçen şu dizeleri bir düşünün:
‘’Zatıma mir’at edindim zatını(mir’at, ayna demek)
Bileyazdım adım ile adını’’
Şimdi Ey İNSAN!
Bak sen Cebrailin, bile önünde secde ettiği, Allahın halifesi ve Peygamberi olan Hz.Ademin çocuğusun. Adem’e üfürülen ruh ise, Hz.Allah’ın en büyük ruhu olan Muhammedi Ruhtan büyük bir parçadır. Güneşe göre ay gibi. Evrende güneş, Hz.Muhammedin ruhunu, ay da Hz.Ademin ruhunu temsil eder.Çok ilginç bir mısra vardır: Şudur:
‘’RUHU PAKİDİR O’NUN(Muhammedin) ZAT-I AKDESTEN PEYDA’’
En mukaddes zat, Rahman olan Allah’tır. Şimdi tekrar ediyorum. Ey bedeninin babası Adem olan ki; Adem, peygamberdir ve Ey ruhunun babası Hz.Muhammed olan İNSAN! Kendini bil;
Sen ayakta dursan Elif yazarsın, yani Ademsin. Secde şeklinde Muhammed olursun. Muhammed sözcüğü, Arapça bitişik harflerle yazılır. Secdede insanın aldığı şekil, Muhammed yazar ve bu en üstün mertebe olan Allah’a, kul olmaktır Çünkü kul olman için, secde edip, kendi vücudunla Muhammed yazman gerekir.
Ayrıca insanın yüzünde iki taraflı ALİ- ALİ yazılıdır. Ali üstün demektir. Muhammed, Allah tarafından çok öğülmüş demektir. Sözcük anlamları budur. Yani sen hem Adem, hem Muhammed (çok öğülmüş), hem de Ali’sin (üstünsün).
Ayakta kıyam halinde Âdem ,secdede Hakka tapış halinde Muhammed, yüzünde kudret eli ile Ali(üstün-yüksek yazılıdır.
Ey insan! Bu doğal yapın ve hallerinle sen hem Muhammed, Hem Ali, hem de Adem’sin. EY İNSAN! KENDİNİ BİL.KADRİNİ BİL! HAKİKAT İLMİNDE MUHAMMEDDE SENSİN, ALİDE SENSİN, ADEMDE SENSİN. EY ÇOK ÇOK YÜCE OLAN İNSAN KARDEŞİM.
ÖYLEYSE KADRİNİ BİL.KENDİNİ(İNSANI) TANI.
Eğer kendini bilmezsen, o zaman sen bir hiçsin. Kendini bilmeden ölene, cahil geldi cahil gitti derler . Daha ötesi, insanı bilemedi, hayvan yaşadı, hayvan öldü derler.
EĞER SEN KENDİNİ BİLİRSEN; ALLAH’IN ZATINI VE GÜZELLİKLERİNİ YANSITAN EN YÜCE SEMBOLSÜN.
Bakınız bir tasavvufçu arif ne söylüyor:
‘’Çekip bezmi ezelden gelmişim mestane ben
Ayıneveş miratım cism ile canana ben’’
(Ezel bezminde (toplantısında) sevgi şarabı içip, sarhoşça gelmişim ben. Ayine gibi aynayım, canana ben(sevgiliye ben). Burada sevgili hüsnü mutlak oluyor.)
‘’ Cuş edip bad-ı muhabbetle o deryayı ezel,
Mevcler (dalgalar) vurdu, o bahr oldu dü (iki) renk üzre celi(göründü-belirdi)
Dedi serraf-ı hüviyet(kimlik tesbitçisi) görüp o rengilerin(iki rengi)
Birine Nur-u Muhammed, birine Nur-u Ali.”
Nuru Muhammed yeşil nur, Nuru Ali pembe nurdur. Yeşil cemalı(sevgiliyi) simgeler. Pembe; aşkı, muhabbeti simgeler. Onun için, Hz.Ali’yi ve ehlibeyti sevmek Kur’an ayeti ile farzdır.(Sure-i Şura).
Ve Erzurumlu Osman Kemali’nin dediği;
‘’Ey nutfe iken ahseni takvim olan İNSAN
Bil Kadrini bil SURETİ İNSAN ele geçmez.’’
EVET KADRİNİ BİL! EY KENDİSİNE MELEKLERİN SECDE ETTİĞİ YÜCE İNSAN, KADRİNİ KIYMETİNİ BİL.KENDİNİ BİL Kİ; KADRİNİ BİLESİN!
‘’Kendini (İnsanı) bilen, Rabbını bilir.’’(Çünkü, Rab insanın ve evrenin özüdür.)’’ Hadisi Şerif-Hz. Muhammed(S.A.V)
EĞER KENDİNİ GERÇEKTEN BİLİRSEN, SEN YARATICININ EN BÜYÜK YANSITICISI OLAN MUHAMMEDSİN, ALİSİN, ADEMSİN. HEPSİ SENDEDİR. TÜM MELEKLER VE TÜM EVREN SANA SECDE ETMEKTEDİR.
Çünkü sen olmasaydın; senin özün olan yaratıcı bilinmeyecekti.ALLAH ,Kendi ceberrutunda ebediyen gizli kalacaktı.(*) Kendini, kendinden başkası bilmeyecekti. Onun için Adem(İNSAN) yansıtıcısını yarattı. Ta ki; kendi bilinsin ve sevilsin diye.
(*) ”Küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebtü li yuref…”(Ben bir gizli hazine idim, bilinmekliğime muhabbet ettim ve alemleri yarattım)Hadisi Kutsi
‘’El insanü sırri ve enesırrıhu‘’(İnsan benim sırrımdır, bende insanın sırrıyım) Hadisi Kudsi
Bu hadisi duyanlardan şöyle soranlar olmuştur: ‘’Acaba Allah’ın sırrı mı, İnsanın sırrı mı büyüktür?’’
HZ MUHAMMED’E, HZ.ALİ’YE , HZ ADEM’E VE EVLATLARINA SELAM OLSUN. BUNLARIN AŞKINA HUUU! ÇEKİYORUM.( EDEP YA HUU!)
VE ONLARIN ÖNÜNDE SAYGI İLE, MUHABBETLE EĞİLİYORUM..
Büyük tasavvufçu, büyük veli Niyazi Mısri Hazretlerinin buyurduğu şu dizeler:
‘’Cümle eşyada esma görünür.
Cümle esmada müsemma görünür’’
(Her nesne, Allahın bir isminin yansıtıcısıdır. İnsan tüm esmanın; Allah’ın bin bir isminin yansıtıcısıdır.)
‘’Ademe bütün isimleri öğrettim’’Sure-i Bakara. Ademde (insanda), bir külli durum vardır. Cümle esmada ise müsemma görünür. İnsanda ve tüm nesnelerdeki isimlerde, O isimlerle tesmiye (adlandırılan) edilen, yani Allahın zatı görünür.
‘’İnnellahe haleke Ademe, ala suretihi’’(Allah, muhakkak Ademi kendi suretinde (Kendi sıfatında-kendi güzelliğinde) yarattı. (Hadisi kudsi)
Bu kutsal hadis, insanın, Allah’ın bütün vasıflarını ve güzelliklerini kesin olarak yansıttığını bildirmektedir. İşte bu konudaki, mutasavvıf şairin söylediği:
‘’Kendi Hüsnün (kendi güzelliğini) hublar(dilberler-güzeller) şeklinde peyda eyledin.
Sonra döndün çeşmi aşıktan temaşa eyledin:’’
Bu dizeler, bu güzel İnsan gerçeğinin bütün güzelliklerin, yaratıcının yansımaları olduğunu, insandaki bu güzelliklerin Allah’ın güzellikleri olduğunu, sonrada yaratıcının Aşık’ın gözü ile yine kendi güzelliğini, insanın(güzellerin) Cemalinde temaşa ettiği gerçeğini vurgulamaktadır.
Son söz, büyük arif, büyük veli, mutasavvıf Şair Niyazi Mısri Hazretlerinindir:
‘’Secde eyle Adem’e(İNSANA)
Takim hakka kul olasın.
Eden Ademden iba(Ademden yüz çeviren)
Haktan dahi oldu cüda(Ademden yüz çeviren Allah’tan da yüz çevirmiş oldu’’
Burada İblisin Ademe(İNSANA) yüz çevirip secde etmemesine, Niyazi Hazretleri telmih yapmıştır.Yani iblis, Ademi sevmeyip, O’nu(ADEMİ) büyüklemeyince, Allah’tan uzaklaşmıştır. Bakınız, sure-i Bakara, Sure-i Sad ve daha bir çok surelerde bu konu işlenmiştir.
‘’Kendi hüsnün hublar şeklinde peyda eyledin.
Sonra döndün çeşmi aşıktan (Aşıkın gözünden) temaşa eyledin’’
Öyleyse maşukda-sevilende, aşıkda-sevende Hak’tan başkası değildir. Hani; severim her güzeli senden eserdir diye şarkısı varya.
‘’Heme Ost’’ HEPSİ O.(YARATICI)
İLK VE SON DIŞ VE İÇ ODUR (ALLAH’TIR) VE O HERŞEYİ BİLENDİR.(Sure-i Hadid)
HUU ALLAH HUU! (O, O ALLAH O-HEPSİ O, HEP BİR ALLAH BİR)
SELLU ALA NEBİYYİNA MUHAMMED. SELLU ALA VELİYYİNA ALİ.
AMAN YA MUHAMMED! MEDET YA ALİ!
LAFETA İLLA ALİ LA SEYFE İLLA ZULFİKAR ( ALİ GİBİ ER, ZÜLFİKAR GİBİ KILIÇ YOKTUR) HADİSİ ŞERİF
ALİYYEN MİNNİ VE ENE MİNHU.(Ali benden Ben de Alidenim)
ZİKRÜ ALİYYUN İBADETUN.(Aliyi zikretmek ibadettir)
NEZERÜ İLA VECHÜ ALİYYUN İBADETÜN(Ali’nin vechine-mübarek yüzüne bakmak nazar etmek ibadettir.) Tasavvufta rabıta bu sırdandır.
ENEMEDİNETÜL İLMİ VE ALİYYÜN BABU HA FEMEN ERADEL İLME FEYETİL BAB.(Ben ilmin memleketiyim, Ali Kapusudur. İlim isteyen kapıya gelsin)Kur’an’da ise, ‘’Evlere kapısından giriniz’’ emri vardır.
HÜSEYNEN MİNNİ VE ENE MİNHU(Hüseyn bendendir, bende Hüseyndenim)
Bu hadisi şerifler, Ahmet Bin Hanbel’in müsnedinde ve Süyuti’nin Camiussağir’inde, Müslüm’ün ve Nesei’nin sahihlerinde ve diğer hadis Kitaplarında da tespit edilmişlerdir. Hepsi de sahih ve çok kuvvetli hadislerdir.’’Ene minellahi vel müminine minni’’ Hadisi Şerifi de vardır.(BEN ALLAHTAN’IM. MÜMİNLERDE BENDENDİR.).
Büyük mutasavvıf, Muhyiddini Arabi Hazretleri ise, şöyle buyurmuştur:
Aşk, aşık, maşuk hepsi ALLAH’tır. Muhyiddini Arabi ‘ye göre; AŞK ALLAH’tır. Yani buyuruyor ki, aşık da, maşuk da, aşk da aynıdır. Yani sevgi, seven, sevilen bir tek şeydir. O da, Allah ve onun Mutlak Cemalidir.
Sultanül Arifin Seyyid Ahmed Er Rüfai Efendimize göre: ‘’AŞK ATEŞTİR.( Mukaddes ateş-hararet)
Öyküsü de var:
Bir genç bir gün, huzuru Gavsulazam A.Kadiri Geylani Hazretlerinde, Hazreti Pire:
-Ya Seyyid Meli Aşk(Aşk nedir?) diye soruyor.
Sultanü Evliya Şeyhi Ekber Gavsi Geylani Hazretleri:
-Git kardeşim Seyyid Ahmet Rüfai Hazretlerine sor, buyuruyor. O genç de gidip, Sultanül Arifin Şeyhi Azam Seyyid Ahmet Rufai Hazretleri Efendimize aynı soruyu soruyor:
-Meli aşk Ya Seyyidi?(Aşk nedir Ya Seyyid)
Hazreti Pir o sırada ayakta duruyormuş. ‘’El aşkınnar (AŞK ATEŞTİR)’’ buyurup, birden HU çekip dönüyor ve döne döne göğe yükseliyor. Derken fezayı aşıp, görünmez oluyor, böyle olunca aniden Sultan Abdulkadiri Geylani Hazretleri o mahalde beliriyor. Rufai Hazretleri’nin HU diyerek yükseldiği noktaya gülyağı döküyor. Orada hazır olan saliklerle halka kurup zikre başlıyorlar. Derken nice bir vakitten sonra, Hazreti Rufai semada görünüyor. HU çekerek döne döne yeryüzüne iniyor, yükseldiği noktada duruyor. Şahı Geylani Hazretleri ile buluşup kucaklaşıyorlar. Orada Hazreti Piri Muazzam Gavsül Geylani Hazretleri şöyle buyuruyor:
-Şu anda kardeşim Seyyid Ahmet Er Rufai öyle bir yere gitmiştir ki, evliyadan oraya giden vardır. Fakat gidip de tekrar dönen olmamıştır. Seyyid Ahmet’ten evvel bir tek kişi daha gidip dönebilmiştir. O da bütün evliya bilir ki; Zati Devletleri Cenabı Sultanül Evliya Gavsul Azam mübarek Şeyhi Ekber Seyyid Abdulkadiri Geylani hazretleridir(R.A)
Hazreti Rufai buyurur ki;
‘’TASAVVUFÇUNUN GÖNLÜ AŞK İLE NURLU VE İRFAN İLE AYDINLIKTIR, GENİŞTİR(Göğsü dar değildir)’’
Mevlana aşkı şöyle noktalar:
’’Aşkest Tariki Rahi Peygamberima’’(BİZİM PEYGAMBERİMİZİN TARİKİ-RAHİ-YOLU AŞKTAN İBARETTİR.)
AŞIKLARA SELAM OLSUN!
TERBİYENİN ASLI İSE, İNSANIN İNSANA SAYGI GÖSTERMESİDİR.
KAZIM YARDIMCI/ADIYAMAN
01.12.2005