Nasıl da yapış yapış vücuduma yapışıyor ben kovdukça.Aman Tanrım,saatlerdir gitmedi. Yürüyüş yaptım,mezarlığa gittim, mezarlıkta gerekli ayak işlerini yaptım, gitmiyor da gitmiyor. Birden aklıma beni uğursuz bir şeyden mi korumaya çalışıyor, çok mu şansı mı zorluyorum gibi sorgulamalar geldi.Ardından “ at sineği”ne dair bir öykü müydü beni bu düşünceye götüren derken Elif Şafak’ın son kitabı “ On Dakika Otuz Sekiz Saniye” deki ayrıntılara gitti zihnim. Oğlumu, babamı, tüm sevdiklerimi mezarlarından çıkarasım geldi.Eski hallerinden eser kalmadığını bilsem de. Hatta bazılarında bir tek kemik ya da hiçbir ize rastlanmadığını bile bile. Çünkü şimdi mezarlar açılıp belli bir süre geçince birbirlerinin üzerlerine gömülebiliyor ölüler. Öyle olunca toprağa döneceğiz gerçeğini daha görünür kılıyor gözümde. Ayrıca yeğenime sordum( kendileri arkelogtur)neden böyle oluyor?Bu durumda kazılarda bir sürü kalıntıya nasıl ulaşıyorsunuz? Kabataslak söylediği ve benim aklımda kaldığı kadarıyla yorumlarım şöyle; toprağın cinsi, mühürleme denilen üst üste yaşanılan doğa olaylarının etkisiyle toprağın sıkışması, gömülüş şekilleri ve yeri(örneğin evlerin içine gömülmesi gibi),beslenme şekillerine varıncaya kadar bir sürü şey anlattı.Böylece yeğenimle sohbet vesilesi oldu benim için bu konu.
Maalesef gidenler gitti, geride kalanlara ve kendime malzeme çıkarmak niyetim. Yoksa derin sorgulamalar gerçekten iyi gelmiyor bana.Elektrik kaçağındaki o görüntü zihnimde oluşuveriyor hemen. Akıl sağlığımı korumak bana düşüyor.
Keşke Sokrates gibi bundan memnun olsaydım. İnternette bulduğum satırların birazını aktarıyorum.”
Çarşı pazar gezip sokaklarda insanlara nutuk vererek değil de düşünmeleri, sorgumaları için sorular yönelten Sokrates, insanları uyuşukluklarından çıkartarak kendilerine gelmeleri için bir nevi rahatsızlık verirmiş, daha doğrusu insanları düşünmeye kışkırtırmış kendi tabiriyle, kendi için “ at sineği “metaforunu kullanmış.”
Hayattayken kendi sorgulamalarım bana yetiyor.