Ayakkabı denilince, Veysel’in aklına ilkokuldan itibaren giydiği kara lastikler gelir. Bir de bayramlık kundurasını hatırlar.
O’nun ortaokul öğrencisi olduğu yıllarda, mağazalarda satılan hazır kunduralar, kendi ailesinin bütçesine göre çok pahalıydı.
Bu yüzden O ilk kundurasını, evinde çalışan ve ölçü alarak ayakkabı yapan bir ustadan alabilmişti.
Ayakkabısı arife gününe yetişecekti. Ama olmadı. Ustanın yanında arife gününün akşam saatlerine kadar beklemesi gerekti.
Yusuf Usta, yatsıya yakın bir saatte nihayet; “Hadi hayırlı olsun, çok güzel oldu” diyerek bir gazeteye sarıp kundurayı eline tutuşturduğunda, heyecanı son haddine gelmişti…
“Sen bunu iki senede eskitemezsin” dediği kundurayı kapıp bir hamlede sokağın başını buldu.
İlk defa böylesine bir ayakkabısı oluyordu. Zira O, bu oluşa inanamaz haldeydi.
Büyük bir hızla eve gitti. Giderken, tenha sokaklarda gazete kâğıdını aralayıp bakıyordu ayakkabısına…
Eve gitti ve annesine müjdeyi verdi. Ama annesinin derdi başkaydı.
Annesi, “Evladım, kaç liraymış? Usta, parasını ne zaman istedi” şeklinde sorular yöneltti.
Bunun üzerine içine bir hüzün çöktü ve “Acaba kundura istediği için, ailesini çok mu zora soktu” diye düşündü…
Fakat ders gördüğü 39 kişilik sınıfta sadece O’nun gibi üç-beş kişinin kundurası yoktu.
İlk gençlik yıllarıydı… Ortaokul öğrencisiydi. İçini karmaşık duygular kaplamıştı. Ama yinede sevinci ağır bastı.
Evdekiler, “Giy de bakalım nasıl olmuş, ayağına uydu mu, beğendin mi” diyorlardı.
O, sanki pekte önem vermiyormuş gibi yapıyor, “Fena değil uydu, sonra giyerim” gibi cevaplar veriyordu.
Aslında, kundurasını giymeye utanıyordu… Geceleyin, annesi babası, kardeşleri hep birden, “Hadi giy bakalım nasıl olmuş” diye ısrar ettiler.
Veysel, biraz çekinerek ve heyecanlanarak giydi. Odanın içinde, bir ileri bir geri yürütüldü.
Aslında ayağına tamda uymamıştı, lakin O işin orasında değildi. Nasıl olursa olsun, sonunda bir kundurası olmuştu ve bayramı kundurasıyla geçirecekti.
Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…