Ben özür diliyorum…

Abone Ol

               25 Haziran 2014 tarihli Adıyaman’da Bugün Gazetesinde yayınlanan intihar istatistiklerinde 2013 yılında ülkede 3189, Adıyaman’da 22 ölümlü intiharın meydana geldiği belirtilmiş. İldeki intihar oranı ülkemizdeki intihar oranı ile her ne hikmetse aynı. Yüz bin kişide dört kişi… Tabii ki teşebbüs derecesinde kalan 226 kişi hariç…

                Birey olarak maalesef kendi kendimizi çok seviyoruz. Toplumsal üzücü bir olay meydana geldiğinde oralı olmuyoruz. Ben bu işin neresindeyim, demiyoruz. İntihar eden bir akrabamız, dostumuz, komşumuz, meslektaşımız, mahallelimiz, tanıdığımız, hemşerimizdir mutlaka… İntiharı öğrendiğimizde “Neden etmiş?” diye meraklanırız. Ancak “ben ne yapsa idim bu intihar meydana gelmezdi?” diye merak etmiyoruz, düşünmüyoruz. Karşımızdakileri sorgularken “şahin”, kendimizi sorgularken “güvercin” oluyoruz. Kendisine veya geride kalan akrabalarına bir yakınlığımız var ise, bazen de yakınlığımız olmasa bile sırf Allah rızası için taziyesine gidiyoruz. “Kaderi böyle imiş” kabilinden birkaç beylik laf ediyoruz, Fatiha okuyup ayrılıyoruz. Görevimizi bitirdik sanıyoruz.
                Milletçe özür nedir bilmiyoruz. Özür dilemeyi suçlulukla eş anlamlı sayıyoruz. Oysa suçluluk ayrı bir şeydir. Suçla, suçlu ile organik ve doğrudan illiyet bağı olması gerekir.
Güney Kore Devlet Başkanı Nisan 2014’te 300 kişinin ölümüyle sonuçlanan feribot faciasının sorumluluğunu üstlenerek gözyaşları içinde “İnsanların yaşam ve güvenliğinden sorumlu olması gereken devlet başkanı olarak, çektiği acılar nedeniyle halktan samimiyetle özür diliyorum” deme erdemini gösterebiliyor.
Kuzey Kore’de Mayıs 2014’te23 katlı bir binanın çökmesi sonucunda Halkın Güvenliği Bakanı “projeyi layıkıyla yönetmeyi başaramadığını vurgulayıp bu nedenle akıl almaz bir kazaya sebep olduğunu” söyleyerek halktan özür diliyor.
Böylece hem vicdanlarını rahatlatıyor, hem de kendi halkına güven aşılıyor, bireysel ve toplumsal sorumluluk duygularının artmasını sağlıyor. Fiziki sorumluluk açısından değil sosyal ve vicdani sorumluluk açısından halkıyla yüzleşebiliyor, alt yöneticilere de iyi örnek olabiliyor.
Peki, Türkiye olarak biz ne yaptık? 300’den fazla işçinin öldüğü Soma maden faciasında burnumuzdan kıl aldırmadık. Ne üst, ne alt yetkililerden bir özür lafını duymadık. Ne sendikası, ne işçisi, ne işvereni, ne yürütme organı, ne bakanları, ne Başbakanı ve ne de Cumhurbaşkanı? Hiç birinden… Özür dilenirse sanki suç üstlenilecek sandık… Türkiye’deki %53,8’i nedeni tespit edilemeyen, %16’,1 i hastalık, %9,3’ü aile geçimsizliği, %6,9’u geçim zorluğu, %3,3’ü hissi ilişki ve istediği ile evlenememe, %1,9’u ticari başarısızlık ve %0,5’i öğrenim başarısızlığı nedeniyle meydana gelen 3189 intihar sonrası yetkililerdeki sessizlik gibi…
İlimizde 2013 yılında meydana gelen 22 intihar olayında da aynı sessizliği koruduk. Ne Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü, ne İl Emniyet Müdürlüğü, ne İl Jandarma Komutanlığı, ne İl Müftülüğü, ne üniversite, ne İl Sağlık Müdürlüğü, ne Sosyal Yardımlaşma Vakfı, ne Valilik, ne kaymakamlık, ne belediye, ne bir mahalle veya köy muhtarı, ne bir komşu, ne bir STK, ne bir köşe yazarı ve ne de “kanaat önderi” olarak adlandırılan zevat… Hiç birinden bir özür duyulmadı…
Teşebbüs derecesinde kalmış olsa dahi tüm intihar edenler ile geride bıraktığı yakınlarından ben özür diliyorum. 
Önceki gün intihar eden 25 yaşındaki Kadife A.’dan da…