Bir Lira

Abone Ol

Vücudumdaki kablolar ve burnuma takılı hortum ile bir hastane odasında yatıyorum. Bağlı olduğum makinelerin ve arada bir gelen doktorların sesi çalınıyor kulağıma; çok kısık ve boğuk bir şekilde. İletişim kuramıyorum. Karanlıktayım. Ölüm ve yaşamın tam ortasındayım.

Sabah vücudumdaki kırgınlık ile açtım gözlerimi. Saate bakmak için telefonu elime aldım. Açılmadı. Bazen arıza çıkarıyordu ve artık tamamen bozulmuştu. Üzerimi giyinmek için yerimden kalktım. Hafta sonuydu. Babam gece vardiyasındaydı ve henüz fabrikadan gelmemişti. Diğer ev ahalisi, soğumuş sobanın etrafındaki yataklarda yorgana bürünmüş yatıyordu.

Mutfakta bir şeyler atıştırdım. İçinde tek kuruş olmadığını bildiğim halde cüzdanımı yokladım. Kitaplarımı aldıktan sonra dışarı çıktım.

Kursa giden bir kaç arkadaşım ile karşılaştım yolda. Aynı tarafa gittiğimiz için beraber yürüdük. Kütüphaneye gelince onlardan ayrıldım.

Babamın kurs parası ödeyecek durumu yoktu. Mutfak ihtiyacını, elektriğini, suyunu, yakacağını karşılaması gereken bir ev ile okula giden iki çocuğun daha masrafları vardı. Bazen anneme, çalıştığı yerin maaş konusunda sorun çıkardıklarını anlattığını duyardım. Başka şansı olsa ayrılacağını söylerdi. Fakat yoktu. Geçim derdi yüzünden, insanların bunalımlar ve talihsiz sonlar yaşadığını izliyorduk televizyonda. Bu kadar sıkıntının içinde beni kursa göndermesini isteyemezdim. Sıcak ve sessiz olduğundan çalışmak için kütüphaneye gidiyordum.

Öğleye kadar kütüphaneden ayrılmadım. Bir ara arkadaşlarım geldi. Israr ederek beni de yemeğe götürdüler. Sonrasında tekrar kütüphaneye döndüm. Üzerimdeki halsizlik artmıştı ve başıma ağrılar giriyordu. Çalışmaya odaklanamıyordum. Bu nedenle fazla kalamadım, erken çıktım. Hava soğuktu. Biran önce eve yetişmek için hızlı hızlı yürüyordum. Parkın içinden geçerken birisi önümü kesti. Gözleri kanlanmış, ayağında terlik, kara yüzlü biriydi. Onu geçmeye çalıştığım her hamlede önüme durdu.

“Bir lira ver, gardaş!” dedi, çenesi titreyerek.

“Yoktur,” dedim.

“Bir lira lan! Nasıl yok oğlum!” dedi.

Halimi görünce benden fazla çıkmayacağını anlamış, en azından bir liram olabileceğini düşünmüştü galiba. Ama meteliğe kurşun atıyordum.

“Olsa veririm, çekil önümden,” dedim.

Elini cebine soktu. Tükürükler saçarak küfür etmeye başladı. Başka verecek bir şeyim de yoktu. Olduğum yere çakılı kaldım. Koşarak uzaklaşmayı akıl edemeyecek kadar bitkin düşmüştüm. Birden ayıktım ve kaçmak istedim. Arkamı dönüp koşacaktım ki, fırsat vermedi. Sırtıma saplanan soğuk bir metal hissettim. O el cepten boş çıkmamıştı. Yüz üstü yere düştüm.

Ameliyat edildikten sonra makinelere bağlandım. Peki şimdi ne olacak? Hayallerim vardı. Diş hekimi olacaktım. Annemi, babamı yoksulluktan kurtaracaktım. Bu kadar basit miydi? Bir bıçak darbesi... Eski sağlığıma kavuşamazsam, bu imkânsızlıklar içinde nasıl bir hayatım olacak? Yoksa cebimde olmayan bir lirayı vermediğim için ölecek miyim?

Hasan KORKMAZ