Atatürk’ten önce savaş kazanan Türkler, hep kendi adlarıyla devlet kurmuşlardı.
Göktürk Devleti, Karahanlılar Devleti, Büyük Selçuklu Devleti, Hârizmşahlar Devleti, Babür Devleti, Osmanlı İmparatorluğu gibi.
Bu Türk devletlerinden Osmanlı Devleti, 620 yıl aile saltanatına dayalı yönetilmişti.
Halk, saltanat ve hilafete dayanan yönetim anlayışını benimsemiş ve içselleştirmişti.
Saltanat ve hilafete dayanan yönetim anlayışını, bir yönetim kültürüne dönüşmüştü.
Savaş kazanan Türklerin devlet kurma gelenekleri dikkate alındığında; Kurtuluş Savaşı’nın başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk de kurduğu devlete Atatürk Devleti deseydi, geleneğe aykırı olmazdı. Ayrıca Savaşı bittiğinde Mustafa Kemal, tek egemen güçtü. Her istediğini yapacak ve yaptıracak güce sahipti. Yani isteseydi kendi adıyla bir Türk devlet kurabilirdi. Kendisini padişah, kral, şah ilan edebilirdi.
Ancak Atatürk, padişah, kral, şah olma peşinde koşmadı. “Hakimiyetin kayıtsız şartsız milletin cumhuriyet yönetimini benimsedi. Egemenliği, padişahtan aldı halka verdi. Halk egemenliğine dayanan Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu.
Yurt içinde ve yurt dışında bilimsel hiçbir değerlendirmede Atatürk diktatör, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet yönetimi diktatörlük olarak görülmezken, Atatürk'ün kurduğu laik demokratik yönetimle, eski düzendeki konumlarını ve haksız çıkarlarını yitirenler, Atatürk’ü diktatör, Atatürk’ün kurduğu laik demokratik Cumhuriyet yönetimini diktatörlükle suçluyorlar.
Atatürk’ü diktatör olmakta suçlayanlara sormak gerekiyor. Bu nasıl bir diktatörlük ki:
- 620 yıl süren aile saltanatına ve hilafete dayanan yönetim anlayışına son veriyor. Yerine halk egemenliğine dayanan laik bir devlet kuruyor. Kurduğu devletle renk, dil, din, ırk, cinsiyet ayırımı yapmaksızın yurttaşlara, beceri ve yeteneklerine göre yükselme ve yönetici olma fırsatını sunmuştur. Sıradan kal çocuklarının cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, milletvekili, müsteşar, müdür, iş adamı olma imkânı sağlıyor.
- Kurtuluş Savaşı’nı büyük zaferle sonuçlandırıp, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra ilk işi, “Savaş zaruri olmalıdır, zaruri olmayan savaş cinayettir.” “Yurtta barış dünyada barış” demek olmuştur. Yurtta ve dünyada barış savunmak olmuştur. “Yurtta ve dünyada barış” sözlerini lafta bırakmamıştır. Türkiye’nin komşuları ile dost olması ve barış içinde yaşaması için çalışma başlatmıştır. Atatürk’ün girişimi ile 9 Şubat 1934 tarihinde Atina’da; Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında, Balkan Paktı (Balkan Antantı) dostluk ve barış anlaşması, 7 Temmuz 1937 tarihinde Tahran’da Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı Barış ve Dostluk Anlaşması imzalanmıştır. Yapılan bu anlaşmalarla Türkiye’nin çevresi, barış ve huzur bölgesi olmuştur.
- Dünyanın önde gelen tarihçileri, sosyal ve siyaset bilimcileri, araştırmacıları, uluslararası kurum ve kuruluşları, aile saltanatı ve hilafete dayanan Osmanlı yönetimine son vererek yerine kurulan laik demokratik Cumhuriyeti, 20. Yüzyılın en büyük yenilik, değişim ve dönüşüm projesi olarak kabul ederler. Atatürk’ün Cumhuriyeti kurarken ortaya koyduğu liderliği ve izlediği yolu, örnek alınacak ve örnek gösterilecek bir model ve sistem olarak kabul ederler.
- Orta Doğu’sundan Asya’sına, Afrika’sından Güney Amerika’sına emperyalist ülkelerin baskı ve sömürüsü altında yaşayan mazlum ülkeler, Atatürk’ün liderliğini, emperyalizme karşı verdiği kurtuluş mücadelesini, kendilerine örnek alırlar. Onlarda ülkelerinde kurtuluş mücadelesi başlatırlar. Bağımsızlıklarına kavuşurlar. Onlarda ülkelerinde halk egemenliğine dayanan laik demokratik yönetim kurarlar.
- 20. Yüzyıla damgasını vuran liderlerden Adolf Hitler (Almanya), Mussolini (İtalya), Lenin (Sovyetler Birliği), Mao (Çin), Roosevelt (ABD) gibi liderlerin adları unutulmuşken, Atatürk hala yaşıyor. Liderliği, düşüncesi, yaptıkları ve başardıkları tartışılmaya, insanlığa yol göstermeye ve ışık tutmaya devam ediyor.
- 193 ülkenin üye olduğu Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kuruluşu (UNESCO) tarihinde ilk defa bir liderin doğum yılını kutlamaya karar veriyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün, doğumunun 100. yılı olan 1981’de Türkiye’de, 1979-1981 arasında bütün dünyada anılmasına karar veriyor. Kararın gerekçesinde “Atatürk kimdir? Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkılâpçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamıdır” denilir. (UNESCO’nun 20. Genel Kurulu 28 Kasım 1978 Tarih ve 20 C/15.1 Sayılı Kararı)
- ABD’nin önde gelen üniversitelerinden Kentucky Üniversitesi Psikiyatri Profesörü Dr. Arnold Ludwig ve ekibi tarafından “SİYASİ BÜYÜKLÜK CETVELİ” adı altında, 18 yılda tamamlanan, 20. Yüzyıla damgasını vuran, 377 liderin incelendiği “Sıfırdan ülke yaratma; topraklarını genişletme; iktidarda kalma süresi; askeri başarı; sosyal tasarım gücü; ekonomik başarı; devlet adamlığı; ideoloji ortaya koyma; ahlaken örnek olma; siyasi miras bırakma” ölçü alınarak yapılan araştırmada, Atatürk 31 puanla birinci oluyor. 20 yüzyılın lideri olarak kabul edilir. (Milliyet, 20 Mayıs 2008).
Rus Araştırmacı Prof. Dr. Aleksandır Uşakov’un başkanlığında bir heyet tarafından yapılan yaşayan lider adıyla bir araştırma yapmıştır. Araştırmanın sonuçları, 2002 yılında Atatürk Fenomeni adıyla yayınlanmıştır. Araştırmanın sonuçlarını değerlendiren Moskova Devlet Üniversitesi öğretim üyesi ve Rusya’nın en önde gelen şarkiyatçılarından Prof. Dr. Mihail Meyer: Atatürk, yeryüzünde bütün zamanların ve gelmiş geçmiş bütün halkların çıkardığı 10 liderden biridir.
Böyle bir kişinin, dünyanın her yerinde tarihçilerin, siyaset bilimcilerin ve filozofların sürekli ilgisini çekmesi tesadüf değildir.
İnsan, ulusal kimliğiyle insanlığa dahil olur. Mustafa Kemal bu yönüyle tek liderdir,” der. Atatürk’ün, evrensel bir kişi ve tüm zamanların yaşayan lideri olduğunu söyler. (NTV Edebiyat Kültür Dergisi, 27 Kasım 2002)
- Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’e yenilen, büyük askeri zayiat veren Yunanistan ordusu komutanı ve Yunanistan’ın önde gelen devlet adamı Venizelos, Savaştan 12 yıl sonra 12 Ocak 1934 tarihinde Nobel Barış Komitesi’ne bir mektup yazar. Mektupta, Atatürk’ü Nobel Barış ödülüne aday gösterir.
- Çanakkale Savaşı’nda göğüs göğüse savaştığı ve bu savaşta ölen Anzak askerlerinin annelerine yazdığı mektupta "Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçik'lerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır" der. O güne kadar tarihte örneği görülmemiş bir devlet adamlığı örneği sergiler. İnsanları savaşmaya değil birbirlerini sevmeye ve barış içinde yaşama davet eder.
- Devletle din işlerini birbirinden ayırır. Laik bir düzen kurar. Kutsal dinimizin güç ve çıkar aracı olarak kullanılmasına son verir. İnsanların inançlarını bir baskı ve zorlama altında kalmadan özgürce yaşamalarını ve ibadet etmelerini sağlar.
- Dünyada her şey için; maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlmin ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır” der. (27 Eylül 1924, Samsun). Doğma ve kalıplaşmış düşünceyi değil, aklı ve bilimi rehber olarak kabul eder. Kendisinden sonra ülkeyi yönetecek olanlara, aklı ve bilimi miras olarak bırakır. Bilim ve teknolojide gelişmeyi, çağdaş ve uygarlık seviyesinin yakalanmasını, ilerisine geçilmesini, varılacak hedef olarak gösterir.
- Yurt içinde ve yurt dışında, yaptıklarının ve başardıklarının tartışıldığı 4 binin üzerinde kitap yazılır. Yaptıkları ve başardıkları günümüzde tartışılmaya, insanlığa yol göstermeye ve ışık tutmaya devam etmektedir.
Sonuç olarak Atatürk’ü diktatörlükle suçlayanlar:
Atatürk'ün yaptığı yenilik, değişim ve dönüşümle, eski düzendeki konumlarını ve haksız çıkarlarını yitirenlerle, laik devlet düzenine karşı olan kişilerdir.