Gazetede yarın çıkacak yazısını yazmanın ve sayfa editörüne teslim etmenin rahatlığıyla masasında geriniyor, az önce söylediği çayı da yudumluyor ve gözünü kapatarak düşünüyordu ki, masasına indirilen ve adeta çarpılan bir kâğıt sesiyle kendine geldi. Gözünü açtığında kendisine dik dik bakan genel yayın yönetmenini gördü; bu yazı olmamış diye kükrüyordu, bu yazı olmamış…
Muhalif gazetenin muhalif yazarı neye uğradığını şaşırmanın şokuyla kekelemeye başladı; ne.. ne.. han..gi..yazı olma.. mış, ni..ye ol..ma..mış…
Bu ne rezalet diye kükremesini sürdürdü genel yayın yönetmeni, bu ne rezalet…
Muhalif gazetenin muhalif yazarı halen ne olduğunu, genel yayın yönetmenini neyin kızdırdığını anlamamanın şaşkınlığıyla bön bön bakıyor, bir açıklama yapmasını istiyordu.
Genel yayın yönetmeni de aynı şekilde açıklama bekliyor ama buna fırsat vermeyecek şekilde de kükremesini sürdürüyordu.
Bu yazı olmamış kardeşim, böyle bir yazı mı olur. Sen hangi gazetede çalıştığını unuttun mu, işinize gelmiyorsa işte kapı, işte kapının sapı.
Muhalif gazetenin muhalif yazarının başı öne eğildi. Gazeteye transfer olalı çok olmamıştı. Bir sıçrama bekliyor çok yakında önemli yazarlar arasında adının sayılacağını bile hayalliyordu. Hatta bu yazıdan da çok ümitliydi. Belki de yılın yazarı ödülünü alması işten bile değildi.
O yazı, işte bu yazıydı ama karayazıydı, kabusa dönmüştü. Daha yayınlanmadan bu kadar tepki toplamış, gazeteden kovulmasına şuncacık kalmıştı.
Ne diyeceğini, genel yayın yönetmenini nasıl teskin edeceğini bilmiyordu.
Bilmediği bir şey daha vardı, bu yazının neresi olmamıştı, neden olmamıştı, olması için ne kadar beklemek lazımdı…
Hem elma mıydı bu, armut mu, kayısı mı, şeftali mi, dalında mı beklemeli, toprak altında mı saklanmalı, istiflenip, harmanlamalı mıydı?
Sahi bu yazının olması için ne yapılmalıydı?
Şey.. dedi, kem.. dedi, küm.. dedi ama ne devamını getirebildi ne de ne diyeceğini kendisi anlayabildi.
Kem, küm etme be adam, bu yazı olmamış, hemen yenisini yaz ve on dakikada masama getir.
Genel yayın yönetmeni masasının üzerine attığı yazıyı bir kez daha eline aldı, buruşturdu, çöpe attı ve geldiği gibi aynı hışımla döndü odasına…
Olanları deminden beri bir köşeye sinerek izleyen gazetenin çaycısı yazarı teskine geldi.
-Hayırdır sevgili muharirim, bu yazı neden olmamış?
-Bilmiyorum ki, onu söylemedi.
-Hele sen o yazıyı bana uzat, dedi çaycı. Yazar biraz da küçümser edayla baktı çaycıya.
Ne yani, o yazının neden olmadığını bu çaycı mı bilecek, çay getiren, çay götüren adam yani.
Hayatında bir kitap okumuş mu, iki satır yazı yazmış mı o da belli değil.
Muhalif gazetenin muhalif yazarı bunları düşünürken çaycı eğilerek, genel yayın yönetmeninin basket topu gibi çöpe attığı yazıyı alıp, eliyle düzeltti.
Sonra masanın üzerine koyarak iyice okunur hale getirene kadar avucunun içiyle ütüledi.
-Olmaz tabii, dedi çaycı, bu yazı olmamış.
Yazarın şaşkınlığına yeni bir şaşkınlık eklendi. Yazıyı çaycının elinden çekip, “işine bak sen, bana bir çay getir” diyecekti ki, vazgeçti.
En azından genel yayın yönetmenine konuşamamıştı, çaycıya konuşabilirdi…
-Nedenmiş bakayım, dedi yazar çaycıya küçümser edayla…
-Olmamış çünkü bu yazıda hükümetin yaptığı bir şeyi doğru buluyor hatta övüyorsun.
-Ama doğru, o çalışma ülke için ve millet için çok önemli…
-Olabilir, dedi çaycı bilmiş bir edayla ama bunu diyecek sen değilsin, onun için “yandaş” olan yazarlar var.
-Doğruyu söylemek için yandaş olmak mı lazım, ona da biz inanmıyoruz.
-Ee bu iş böyle, sen bu gazetede yazıyorsan, hükümetin yaptığı her şeyi karalaman lazım. Hatta hükümete yakın odaları, sendikaları ve tüm STK’ları karalaman lazım. Yetemedi hükümete yakın medyaya çamur atman, yandaş yazarlara haddini bildirmen lazım.
-Doğru söyleseler de mi?
-Sen bu gazetede olduktan sonra onlar doğru söyleyemez, doğru yapamaz, doğru hiçbir işte adları geçemez.
-Böyle şey mi olur?
-Olur tabii, hükümete yakın gazetelerde de tıpkı buna benzer tartışmalar var. Onlarda da hükümet eleştirilmez, muhalefet övülmez. İyisi mi sen yeni bir yazı yaz ve dünyanın en güzel, en faydalı, en yararlı bu işini karalamaya bak.
-Nasıl, nasıl yaparım, bu işin olmasın yıllardır hayalini kuranlardan birisi de benim…
-Ama yanlış yerdesin. Bu yazı, bu gazetede olmamış, tıpkı öbür yazıların da öbür gazetede olmayacağı gibi.
Şunu da unutma dedi çaycı, bu gazetede yazıyorsan her şeye karşısın, herkesi eleştirebilirsin, herkese çamur atabilirsin. Hatta avukat sensin, savcı sen, hakim sen, infaz memuru da sensin.
Yazar bir kez daha derin düşüncelere daldı. İstenen doğruların yazılması değildi, kendi doğrularının herkese kabul ettirilmesiydi ve bu, bırakın yazarlığı insanlık bile değildi. Yeni yazı yazmaya gerek yoktu, istifasını vermek en iyisiydi…
Tweetimden Seçmeler
Bir dava adamı olmanın, bir makam sahibi olmayı gerektirmediğini öğrendiğimizde davayı kavrayabiliriz.