"Bukalemun" öyle bir yaratıktır ki, hayvanlar âlemindeki yerini ilginç yapısı ile yerini alırken bir takım insanlara da özelliğini vermesiyle bilinir.
Daha doğrusu kendisi vermemiştir. Bukalemunun deride gösterdiği değişken özelliğini birileri iç dünyalarında, başka bir deyişle karakter ve şahsiyetlerinde gösterince onlara bu yakıştırma uygun görülmüştür.
Bu özellik Bukalemunda sanat şaheseri ve yaratıcının kudreti olarak tecelli ederken, insanlarda “süfli” ve “şen’i” bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Kimi bu özelliğinin farkına varmazken kimi de bunu övünç vesilesi yapar.
Kimi bu özelliğini kabul etmezken kimi de saklamaya çalışır.
Kimi hedefine ulaşmak için mubah görürken bu özelliğini, kimi de “ilkeleri” adına yaptığını savunur.
Ama her halükarda da bu değişkenliğin temelinde “çıkar” yatmaktadır.
Çünkü
“Diklenmeden dik durmak” adına tavır koyanlar yeri geldiğinde virgül gibi eğri büğrü kıvrılmaktadır.
“İlke” ve “prensip” adına insanlara tavır koyanlar, iş menfaate geldiğinde bu hasletleri hasıraltı etmektedir.
“Dava” ve “inanç” adına yola çıktıklarını iddia edenler, çıkarları söz konusu olduğunda yan yollara sapıp mola vermektedir.
“Kurum Kültürü” adına ortaya konan prensipler, küçük hesaplar söz konusu olduğunda “mantar kültürü”ne dönüştürülmektedir.
Bütün bunlar da büyük bir pişkinlik ve marifetle sergilenmektedir.
Dolayısıyla da “hizmet”ler “hezimet”e dönüşmektedir.
Ondan sonra da avazımız çıktığı kadar birilerini eleştirmeye başlar, insanlarımız için, memleketimiz için bir şeyler yapılmadığının şikâyetlerini döktürürüz.
Kendimizin oluşturduğu bu süfli ve şen’i ortamdan yine kendimiz şikâyet eder, hatta bunun sorumlusu olarak başkalarını gösteririz.
Bugün karşı çıktığımız bir “olgu”, çıkarlarımız söz konusu olduğunda bir yerlere “dolgu” oluyor.
“Kirli” olanı temizlemek için yola çıktığını iddia edenler ve de bu nedenle bunlara destek verdiklerini söyleyenler, Bukalemun özellikleri ile daha da kirlettiklerini farkında değiller.
Belki de farkında olduklarını fark ettirmek istemiyorlar.
“İnsan kullanma”nın “el arabası kullanmak”tan daha kolay olduğu mevcut konjonktürde bir şeylerden şikâyet etmeye hakkımız var mı bilmiyorum.
Sırf şahsi çıkarlarımız ve ikbal kaygılarımız adına “kaliteyi” “kalitesiz” olarak tanımlamak ne kadar erdemlilik ise, “kalitesiz”i “kalite” olarak sunmak da o kadar haysiyetsizliktir.
Cümlelerim sert olabilir. Tanımlamalarım acımasız olabilir.
Ama bütün bunları sergileyenler kadar sert ve acımasız olduğunu sanmıyorum.
Son olarak konumuzla ilgisi olduğunu düşündüğüm özlü sözlerden birkaç tanesi ile yazıma son vereyim.
“Balonların gururu, iğnelerle karşılaşıncaya kadardır.”
“Armut deyip geçmeyin, onun ilk hecesi çoğu kişide yoktur!”
“Zorunlu 'dün' dersi verilsin... Yaşadıklarımızdan ders alalım...”
“Tatlı suyun başı kalabalık olur.”