Geçen gün nereden duyduğumu anımsayamadığım, çocukluluğumuzun bu parçası çalındı kulağıma. Hemen bir şeyler yazasım geldi. Erteledim durdum. Dün annemin eteğinden tutup çekiştiren ben ne zaman yaş almakla ilgili aynı çizgiye gelmiştim. O, yani annem her ne kadar bununla ilgili yanında pek laf ettirmese de üç aşağı beş yukarı pazarlığa oturacak bir yerdeyim. Bunu ben böyle düşünüyorum ve hissediyorum.
Öyleyse bundan ben sorumluyum diyerek biraz daha dışarıya taşıyayım olayı. Dün pazara giderken mavi beyaz çiçekli mini elbise giymiş bir genç kız fark ettim karşı kaldırımda. Upuzun siyah saçlarını sırtına salmış, çok hızlı yürüdüğü için o saçlar savrula savrula öyle güzel bir görüntü oluşturuyordu ki... Tabii genç kızın güzelliğini de unutmamak lazım. Etrafımı gözlemledim hemen. Henüz gidiş yolunda olduğum için bu gücü bulabildim kendimde. Arife günü olduğu için ortalık ayrı kalabalıktı. Genç erkekler başta olmak üzere kaç metre uzaklardan uzayan boyunlara, aç gözlere temas etmek kızdırsa da bir yanımla çok üzüldüm.
Hemen zihnim kendime sıçradı. Genç kızken ben de kısa tiril tiril elbiseler giymeye bayılırdım. Fakat jüpon dediğimiz içimiz görünmesin diye giydiğimiz o naylon şeyler beni çok rahatsız ederdi. Sonra penyeleri de çıktı ama toparlanır, elektriklenir, potluk yapar, kilolu gösterir gibi birçok nedenden bir türlü sevemedim elbise altına bir şey giymeyi. Şimdi yaşım ileri olduğu için görünmesi konusunda biraz rahatım, üstelik taytlar imdadımıza yetişti. Kendimi daha rahat hissediyorum.
Bir de kızın o kadar hızlı gitmesine de kendimce bir yorum getirdim. Dikkati çekmek zordur bilirim. Hızlandıkça uçasın gelir bir an önce o cendereden çıkmak için. Ne yaman çelişkidir bugün dışarıdan bakıldığında; bir yanınla görünmek isterken bir yanınla yaşadığın o baskıdan bir an önce kurtulup köşene sığınmaktır isteğin.
İşte daha dün annenin kucağında kasıkların şişe şişe ağlarken, bugün tek başına ağlayıp başını okşamayı da öğreniyorsun her geçen gün. Geçenlerde arkadaşımın biriyle yaptığımız telefon konuşmasında şu sohbet geçti aramızda:
“ O kadar dışarıda aradım ki başımı okşayacak birini, yoruldum. Anneme gittiğimde, benim kimsem yok, dediğimde; senin Allah’ın var diyerek sustururdu beni. Hâlbuki benim duymak istediğim şey; ben varım demesiydi. Öldü gitti demedi hiçbir zaman.”
Ben bu sohbetin neresindeyim? Dilde Yüksek Gücümün önüne kimseyi koymamam gerektiği bilgisine sahibim. Henüz gönlüme düşmedi. Kolaylıkla ve sevgiyle olması dileğiyle.