Eğer tıp doktoru olsaydım, toplumun büyük bir kesiminin bipolar bozukluk yaşadığını söyler, manik depresif hastalığa kapıldığını, düşünme ve ruh halinde belirgin dalgalanmalar gözlendiğini söyler, hatta bu söylediğim çok da anlaşılmasın diye anlaşılmayan birçok tıbbi terimi bir biri ardına sıralardım. Bildiğiniz gibi doktor değilim ve kestirmeden “toplumun ruh sağlığının ciddi şekilde tehlikede olduğunu” ve hatta ve üstüne basarak bir daha hatta diyerek, “zararsız şizofreni”yle boğuşan ve bunun da farkına varmayan bir toplum haline dönüştüğümüzü söyler, bir kenara çekilir, çekirdek çitlerdim.
Yapardım bunu...
Ama yapmıyorum.
Çünkü biliyorum ki, bu yazıyı okuyan herkes, “yazarımız şizofren olmuş” demeyecek, çevresine bakıp, “cidden yahu, bu toplumda ne kadar ruh hastası var” diyecek. Üstüne sapıkları, canileri, hırsızları, uğursuzları da ekleyecek.
Oysa benim anlatacağım hastalığın ruhla ilgisi yok, şizofreni de yaygın değil, psikolojimiz de bozulmadı ama bir şeyler değişti, bize bir şeyler oldu, o kesin...
Çoğumuz kullandığımız cihazların “güvenilmez” olduğunu bilir. Bunu en iyi bilen de “karanlık” örgütler ki, her toplantıda cep telefonunu toplamakla kalmaz, bataryasını da çıkarır, batarya ile telefonuayrı ayrı yere koyar. Sebebi ‘takip edilebilmek’tir.
Bunu yaparken de “bu bile güvenli değil ama..” diyerek ellerinden geleni yaptıklarını söylerler.
Rusya’nın adının çok uzun olduğu dönemler vardı. Hani şu “Soğan, Sarımsak, Cacık, Biber” diye kısalttığımız Sovyet, Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, yine yani SSCB olduğu dönemlerde insanlar gölgesinden bile korkardı. Çünkü her taraf ajan kaynardı, Komünist Partiye mensup olan yoldaşlar, kendi çevresini ablukaya almış, nereye gider, ne yer, ne içer, kimlerle konuşur, kimlere susar, kimlere yan bakar, kimlere işmar eder.. tek tek takip ederdi.
Sadece o kişiyi değil, annesini, babasını, eşini, sevgilisini, metresini, kızını, oğlunu, dedesini, ninesini, amcasının oğlunu, dayısının işmar ettiğini.. akla hayale gelmedik çevrenizi takibe alırlardı. Hani kominizim demek özgürlük demekti, demokrasi demekti, çok seslilik demekti falandı filandı ya işte o nedenle...
O zamanki akıl evvellerkomünizme karşı kapitalizmi savunurdu. Amerika kapitalisti, öyleyse daha iyiydi. Hatta hazır bir de üstüne üstlük milliyetçiydi. Tommiks ve Teksas kitapları öyle diyordu. Tek kanallı televizyonlarda izlediğimiz Amerikan filmlerinde de öyleydi. Çok özgürlükçü, çok insancıllardı. O nedenle de Kızılderilileri öldürüyor, zencileri de köle diye satıyor, canları sıkıldığında da hedef tahtası olarak kullanıyorlardı. Maksat silahlarının nişan ayarı düzelsindi...
O zamanki komünistler büyüdü, kapitalist oldu.
O zamanki kapitalistler de parayı kaybedince komünist oldu, paraya para demeyince de mezhebini geniş tuttu.
Sonra hepsi birden siyasete girdi; sağcı oldular, solcu oldular, orta yolcu oldular, hatta futbolcu bile oldular. El birliğiyle o kurumu, bu kurumu parsellediler. Bizim gibi “en büyük kazanç dürüstlüktür” diyenler de,kapitalistlerlekomünistlerin servetine servet katmasına aval aval baktı. Hatta çoğumuz onların yanında işçi oldu, kapısında bekçi oldu, çevresini temizleyen oldu.
Ancak önemli bir şey vardı; onlar korkuyordu, biz rahat uyuyorduk.
Şimdi ise onlar halen korkuyor, biz de korkuyoruz.
Çünkü sadece onlar değil, bu defa biz de takip ediliyoruz.
Eskiden baskıcı rejimler vardı, diktatörler vardı, darbeciler vardı, ajanlar vardı, gizli ve açık polisler olurdu, kendine görev biçenler vardı, ispiyonladıkça kazanan, kazandıkça ispiyonlayanlar vardı.
Şimdi öyle değil.
Herkesin elinde kendi kendisini ihbar eden ispiyoncu var.
Herkesin elinde, avucunun içinde, cebinin en özel yerinde gizli polis var, ajanlar cirit atıyor, hepsi küçücük bir aletin içine gizlenmiş, bizi takip ediyor.
Ne yediğimize bakıyorlar, nerelerde takıldığımızı not ediyorlar, kimlerle sohbet ettiğimiz, kimlerle yazıştığımızı, hangi kelimeyi, kime kurduğumuza bakıyorlar. Hangi resmi beğendiğimiz, kime takılı kaldığımızı, kimi bir saniyeden çok dikizlediğimizi de not ediyorlar.
Hangi elbiseyi beğendiğimiz, hangi eşyaya bakıp bakıp iç çektiğimizi de ajandalarına kaydediyor ve sonra bunu pazarlıyorlar.
Anadolu'dan İstanbul'a girdiğiniz anda sizi karşılayan bir mesaj alırsınız. Çünkü sizin eski Boğaziçi, şimdiki adıyla 15 Temmuz Şehitler Köprüsünden geçtiğinizi bilirler.
Fatih Sultan Mehmet Köprüsünden geçseniz de bilirler.
Yavuz Sultan Selim Köprüsünden geçseniz de.
Avrasya Tünelini tercih ederseniz bu da onların gözünden kaçmaz.
Marmaray'a bindiğinizi de bilirler, vapurda efil efil gelişinizin de farkına varırlar.
Hangi AVM'ye gittiğinizi, hangi parkta dinlendiğinizi, hangi kafeye takıldığınızı, hangi lokantayı tercih ettiğinizi de bilirler. Nerenin kebabını yediğinizi, nereden künefe aldığınızı, dondurmayı nerede yaladığınızı da bilirler.
Bütün bunları bilmelerinin temel sebebi, sizin tercihlerinizi pazarlamak içindir. Çünkü sadece tercihinizi başka firmalara pazarlamakla kalmaz, yeni tercihler de size sunarlar.
Sizi hangi tarafa yönlendireceklerini, adımınızı nasıl değiştireceğinizi, yolunuza nasıl engel koyacağınızı, şöyle kenardan kenardan diyerek sizi kendi tezgahlarına düşüreceklerini çok iyi bilirler.
Ve onların iyi bildiğini biz tam kapasiteyle bilmezsek de, biliriz sonuçta.
Ve bile bile düşeriz tuzaklarına.
Geçen günŞişli’de Fulya yokuşundan aşağıya indim. Sanırım trafiğin en rahat olduğu yön orasıydı diye o tarafa yönelmiştim. Normalde hiç gittiğim yol değildi. Fulya’dan inerken hiçbir yerde durmadım, daha sonra Cihangir, Kabataş, Ortaköy.. diye bir güzergahım oldu. Eve henüz dönmeden Fulya yokuşunda hiç kimseye işmar etmeden geçtiğim yolda bulunan özel bir hastaneden indirim kazandığımı öğrendim. Tabii bu cep telefonuma gelen mesajla açıkça belliydi. Yanlarından geçmiştim ve benim yanlarından geçtiğimi bildiren ispiyoncular işbaşındaydı. Yani takip edilmiştim, nereden geçtiğim bir yerlere pazarlanmış, bunun için de belli bir ücret almışlardı.
Diyelim ki Fatih’te dolaştınız, Karagümrük tarafına takıldınız, oranın en iyi kebapçısı cep telefonunuz yardımıyla size tavsiye edilir. Tam da karnınız guruldarken…
Abarttığımı sanmayın, sadece işe ekonomik açıdan bakıp, “Kapitalizmin geldiği nokta” diye işin içinden çıkmayın. Bu siyasi görüşünüzde de böyle. Hangi partiyi sosyal medyada daha çok beğendiğimiz, hangisine olumlu, hangisine olumsuz yazdığımız, hangi haberi daha çok okuduğumuz, hangi haberi es geçtiğimizin hepsi biliniyor. Bunu bir kişi veya kurum bilmiyor. Bilgisayar hepsini topluyor, sizin profilinizi ortaya koyuyor.
Daha açıkçası, sizin kendinize bile söylemeye çekindiğiniz yönlerinizin çetelesini tutan ve istendiğinde bunu pazarlayan bir ispiyoncu var ve o ispiyoncuyu biz besliyoruz, biz büyütüyoruz, biz okşuyoruz. Onu almak için gece gündüz demeden çalışıyor, kaç aylık kazancımızı bir defada basıyoruz.
Ve o telefon, şu an bu yazıyı okumanıza da neden oluyor, neden okumadığınızın kaydını da tutuyor:
Evet, toplum olarak bir hastalığımız var ama henüz teşhisi konulmamış bir hastalıktır bu!