(Bu öykü gülme krizine neden olacak bölümler içerdiği için bir şey yiyip içerken okunamaz, dinlenemez, hatırlanamaz ve senaryo olarak izinsiz kullanılamaz!)
Gecenin bir vaktinde ciyak ciyyak sesleriyle uyanan Hacı Cafer afallamış bir şekilde hanımını uyandırır; benim duyduğumu sen de duyuyor musun, diye. Sesler evin tavanından gelmektedir. Uyku sersemliğiyle salevat getirmeye başlayan kadının ilk aklına gelense “iyi saatte olsunlar, mı acaba?” diye üç harfliler olur. Çünkü bu evde tavuk filan beslenmediği gibi, herhangi bir civcivin tavan arasına gelebilmesi de mümkün değildir…
Merdivenin basamaklarına besmeleyle basa basa tavana çıkan Cafer emmi, gördükleri karşısında şaşakalır çünkü tavan yumurta tarlasına dönmüş olup ara yerde de ciyaklayıp duran bir civciv vardır. Kabuklardan anlaşılır ki civciv gece vakti yumurtadan çıkmış ve ötmeye başlamıştır. Kuluçkadan çıkmaya yakın çalınıp yeni getirilenlerden olduğu bellidir. Kafayı toparlamakta gecikmeyen Cafer emmi, olayın failini tahminde de gecikmez çünkü köy birkaç yıldır ele avuca sığmayan bir kürklü şirin hayvanın istilası altındadır…
İstila olayının başlangıcı bir cinayete dayanmaktadır. Köyün haylazlarından olan Şaybıl Efrayim, Örenardı mıntıkasında bir baba sansarı avlar ve cesedini elinde sallandıra sallandıra muhtarlığın önünde caka sattıktan sonra evine götürüp postunu çıkartır. Olayın akşamı yavrularını da peşine takan anne sansar, eşinin kokusunu süre süre köye gelir ve boş bir eve yerleşir. Köyden kente göç nedeniyle boş ev sayısı da artmıştır. Vukuatlar kısa sürede ortaya çıkmaya başlar. Kümeslerdeki yumurta ve tavuklar azalmaya başlamıştır. Önceleri “kimin işi acaba?” şeklindeki şüpheler, telefâtlar büyüdükçe ortadan kalkar ve fâilin eşgâli belirlenir. Tilkiye göre çok daha başa çıkılamaz bir katliamcı ve hırsız olan sansar (Kaya sansarı- Martes foina) dadanmıştır kümeslere…
Farenin girdiği yerden girebilen, kedinin çıkamadığı yerlere de çıkabilen sansarların diş ve tırnakları oldukça güçlü ve dayanıklıdır. Aynı yerlere kediler tırmanmaya çalışsa, tırnakları tahrip olacağı için psikolojik travma geçirirler… Bölgedeki yerleşim yerlerinde görülebilen Sansar ailesi (Mustelidae)nin bir boy küçüğü Kakım (Mustela erminea), iki boy küçüğü ise Gelincik (Mustela nivalis)tir. Kedilerin babayiğitleri bile diğer ikisine karşı etkili olsa da, sansar karşısında tırsmaktadırlar. Gündüzlerini evlerin ücrâ köşelerinde istirahat edip operasyon planları yaparak geçiren sansarlar geceleyin icraata geçerler. Köyde birkaç evden birinde köpek bulunmasına karşın, onlar tarafından ölü ya da diri olarak ele geçirilmiş sansara bugüne kadar şahit olunmamıştır…
Kümeslerdeki telefâtın boyutu öylesine felâkete dönüşmüştür ki; köylü, köy yumurtası yemeye hasret kalmış, mis kokulu köy tavuğu yerine de talaş tadı veren çiftlik tavuğu etine talim etmeye başlamıştır. Güvercin meraklılarının zararı ise iflas bayrağı çekmiş olmanın ta kendisidir. Otomobil fiyatı biçilen perçemliler, 250 gramlık tüylü ceset olmuşlardır. Kuşçular hayata küsmüştür. Sansarların soykırım yapıp durduğu bir ortamda yarış atı parası istenen kuşların sigortasının yaptırılmamış olması da bile bile lades durumu olsa gerek! Düşülen hatanın ana nedeni ise “bu kafesin deliklerinden sansar geçemez” öngörüsüdür… Hep de günahını almayalım sansarların; bâzı cinayetlerde gelinciklerin de parmak izi vardır, çünkü onlar sansarlardan önce de köyde yaşamaktadır. Önlem olarak getirilen yetenekli bekçi köpekleri de çare olmamış ve akla gelmeyen bir açık mutlaka verilmiştir. Sansar için konulan tuzaklara kediler yakalanmış, zehirli etlerin müşterisi de yine kediler olmuştur. Geceleyin elinde tüfekle pusuda bekleyenleri seziyor gibidir sansarlar. Denilir ki; hayvanların bordo berelileri varsa o da bunlardır. Nerede gözden kaybolup nerede ortaya çıktığına akıl sır ermemektedir. Köyün neredeyse hepiciği avcı olsa da, meskûn mahâlde ölü veya yaralı ele geçirilmiş sansar olmamıştır. Kahvelerdeki kaygı meclislerinde “insanın mı yoksa sansarın mı daha akıllı olduğu” tartışmaları gırıla gitmekte, tavlanın zarları “sansar” diye atılmakta, kriz denilince de akla ilk sansar gelmektedir. Çözümsüzlüğün getirdiği bir karamsarlık köye karabasan gibi çökmüş durumdadır…
Sansarların dilinden anlasa anlasa Torlakon anlar diyerek çözüm için görüşüne başvururlar. O da, tüm yaratıkların olduğu gibi şirin sansarların da hayat hakkına saygı duyulması konusunda hassas olup öldürülmelerini hiç istemediği için başka îcatlar bulmalarını önerir ve “Sansardan daha akıllı olduğunuzu isbât edin, onun giremeyeceği kalekümes filan yapın” der. Bu işin çok masraflı olacağını söylediklerinde de “Öyleyse bana çatlak filan bir zurna bulun, onun zırt dediği yere veya Mozart’ın son zartına kadar nefesimi tüketip sansarları eski yurtlarına döndürmek için iknâ etmeye çalışayım” önerisinde bulunur. “Biz can derdindeyiz, sense işin dalgasındasın” diye söylene söylene giderler. Torlakon da arkalarından seslenir; “Fareli köyün kavalcısının işe yaradığını duymuştum, siz duymadınız mı?”…
Köy İhtiyar Heyetince alınan kararla son çare olarak geniş çaplı bir süpürme harekâtına girişilir. Komşu köylerden tecrübeli avcılar ve tavan arasında gezinmeye elverişli kısa bacaklı zağarlar da harekâta destek vermektedir. Fakat o da ne! Sonuç; elde avuçta kalan koskoca bir fiyaskodan ibarettir. Köyün en tecrübeli avcısı durumunda olan fakat operasyon sırasında hastanede olduğu için iştirak edemeyen Mergen Hüsmen’in tahminine göre sansar nüfusu yetmiş çiftin üzerindedir. Ortalığı kasıp kavuran o kadar sansar sadece iki yerde alakmalak görüntü vermiş ve kabakaraltıya yapılan atışlardan saçılan saçmalarla da sansarzedeler türemiştir. Dost ateşiyle hasar gören sansarzedeler; Aygır Hayri, Pengir Osman, Kevgir Mustan ve Dingil Danyal’dır…
Aygır Hayri: Doğduğunda altı kilonun üstünde gelmiştir ve hâlihazırda köyün en cüsselisidir. Zihnî yapısı ise kalıbıyla tezat olup ithâlâtçıdır; dirayetli olacağı yerde uydum akıllıdır yâni…
Pengir Osman: Neden pengir denildiği konusunda bilgi sahibi olanların köyde veya hayatta olmadığı sanılmaktadır. Bilinense, biraz patavatsız oluşu ve konulara alâkasız dalma alışkanlığını bırakamayışıdır…
Kevgir Mustan: Adından da anlaşılacağı üzere, bir domuz avı sırasında helâya oturduğu çalı dibinde yanlışlıkla çapraz ateşe tutulmuş, bereket versin ki vuranların acemi olup da tüfeklerinde domdom yerine saçmalı fişekler bulundurması işe yaramış ve hayatta kalmayı başarmıştır. Bu olayla birlikte kevgirlikten kalburluğa terfîsi umulur…
Dingil Danyal: Çocukluğunda fazla gıdıklanarak sevilmesi onda tik hâlini almış ve böğelek (büvelek) tutmuş gibi sürekli dingildeyip durduğu için böyle denilmiştir. Köyün hem sevimli hem de matrak maskotu gibidir. Canı sıkılan ona takılarak stres atar…
Köyün altından kalkamadığı sansar sorununun çözümü, ilçe pazarına da taşınır. Geygelin Gâvede toplanıp olayı masaya yatıran sansarzede ekip, ilçeden ve çevre köylerden gelen akıl vericilerce kuşatılır. Yardım için hangi üst mercînin kapısının çalınacağı harâretle tartışılır. Bu iş ağaçta mahsur kalmış kediyi kurtarma operasyonuna benzemediği için itfaiyeden filan destek istemek beyhude uğraşı olacaktır. Peki en doğru başvuru nereye yapılacaktır; içişleri bakanlığı mı, köy işleri mi, hayvancılık mı, orman mı, çevre mi…? Konuyu uluslar arası mecralara, insan hakları mahkemelerine, UNESCO’ya filan taşımak gerektiğini salık verenler bile çıkmıştır. UNESCO’yu da biliyorlar ha!... Bu arada sorunun asıl kaynağı olan Şaybıl Efrayim’in komşu köylerdeki kankalarından olan Sımkıç Apo ile Sibek Selo da çöreklenmiştir masaya. Hükümetten yardım isteyip TOKİ aracılığıyla uygun mıntıkaya yapılacak sansarzede konutlara taşınarak kurtuluşu önerirler, hükümetin sanki başka işi gücü yokmuş gibi… Şeytanın sol bacağı olan bu tayfanın asıl maksadı ise çözüm filan üretmek olmayıp, biraz kafa bulmak ve çayları da bedavaya getirmektir. Buranın âdetidir; masaya ilk kim oturmuşsa çayları da o öder… Sonuç olarak gözlemcilerin en mâkûl tavsiyesi üzerine hareket edilecek; yerel mahkemeye başvuru yapılacak ve gerisini de devlet halledecektir…
Duruşma salonunda dâvâcılar (Aygır Hayri, Pengir Osman, Kevgir Mustan, Dingil Danyal) mevcut olduğu halde, dâvâlı durumundaki Sansar (teblîgât yapılamadığı veya okuma yazması bulunmadığı nedeniyle) ortada olmadığından gıyâbında yargılanacaktır… Dâvâcı sansarzedeler hayatlarında ilk defa mahkeme salonunda bulundukları için mahkeme âdâbı ve muâşereti konusunda sıfır tecrübededir ve sıklıkla azarlanarak hizaya getirilmektedir. Mahkeme hâkimi ise eşinden yeni boşandığı için gergin günler geçirmekte olup biraz matraklığa gereksinim duymaktadır. Dâvâ dosyasına göz attıktan sonra oturumu başlatır:
Hâkim- Dâvâlının açık kimliği dosyada mevcut değil, nasıl dâvâ etme bu böyle?!
Aygır Hayri- Valla hâkim bey, onun haydutluğu dokuz köyün diline pelesenk olmuş durumda!
Hâkim- Ben bilmiyorum! Kim bilir kim, Sarı Çizmeli Sansar Ağa!
Dingil Danyal- Babışları çalsa da geydiğini gören olmadı hâkim bey!
Hâkim- Her neyse! Size yarına kadar süre! Açık kimliğini de dosyaya koyup öyle gelin!...
Bereket versin ki internet diye bir şey vardır; sansarın açık kimliğine erişmekte zorluk yaşamazlar ve Martes Foina ismini dosyaya ekleyerek yeniden duruşmaya çıkarlar:
Hâkim- Hım… Martes Foina ha! Bu isim Türkçe değil! Yabancı uyruklu mu yoksa lan bu?
Pengir Osman- Valla hâkim bey, uyruğunu bilmiyoz da guyruğunu iyi biliyoz!
Hâkim- Ben sana gösteririm mahkemede dalga geçmenin ne demek olduğunu!
Dingil Danyal- Argdeş dalga neyim geşmiyo hâkim bey, kendisi gadar guyruğu va valla!
Kevgir Hüsmen- Bağrı da alalı, güccük gulaklı, sivri burunnu, yavrı gara kedinin sündürülmüş hâli gibi upuzun bişiy…
Hâkim- Lan yoksa!... Yoksa siz basbaya bir hayvanı mı mahkemeye verdiniz?!
Pengir Osman- Siz de aynı bizim köylüle gibisiniz hâkim bey!
Hâkim- Nasıl yani?
Pengir Osman- Lanlı lunlu gonuşuyonuz da…
Hâkim- Hım… Sizin biraz bilgiye, biraz da ilgiye ihtiyacınız var anlaşılan! Burasının bir tiyatro salonu değil mahkeme salonu olduğunu bilin bir!. İki! Oğlum şunları karakola götürüp misafir edin de biraz ilgilenin!...
Karakolda ilgilenilip salıverilen sansarzedeler köyün yoluna düşmüşlerdir. Ayakları şişip sızladığı için penguen gibi sallana sallana yürümektedirler. Dingil Danyal ise daha da sallanmaktadır. Durumu içler acısı olup, dramadan trajediye dönüşmüştür… Ekibin dişleri fena halde gıcırdamaktadır. Burunları dar gelmekte, kulaklarından da solumaktadırlar. Bütün bu başa gelenlerden sorumlu gördükleri Şaybıl Efrayim’e, karakolda gördükleri ilgiyi göstermekte kesin kararlıdırlar… Fakat bir sorun vardır. Suçluluk psikolojisine sürüklendiğinden midir yoksa gizli gizli güldüğünden midir nedir, uzun süredir Efrayim piyasalarda görünmemektedir. Sansara çözüm bulamayan ekibimiz, onu piyasaya çıkarmanın çözümünü bulmakta hiç zorluk çekmez. “Hayırsever köy eşrafınca muhtarlığın önünde döner ziyafeti verilecektir, tüm köylü davetlidir!” diye hoparlörden duyuru yaptırırlar. Dönerin adını duymak onu ininden çıkarmaya yeter. Böyle döner ziyafeti görülmemiştir; döndüre döndüre öyle bir benzetirler ki, öldü diye bırakırlar…
Ziyafetin ardından ölü veya diri olarak bir daha Efrayim’e rastlayan olmamıştır. Avrupa ülkelerinden birine iltica ettiği yolunda şayialar dolaşmaktadır sâdece… Ortalık biraz durulur gibi olsa da, sansar sorununda pek değişen yoktur. Kümes hayvancılığına elveda edildiğine göre, tercihini mecburi olarak farelerden yana kullanmak zorunda kalan sansarlar, bu kaynak da tükenmeden köyü terk etmeyeceğine göre, süreci hızlandırmak için farelere karşı soykırıma girişilir. Kapalı alanların her köşesine bırakılan zehirli tohum ve ekmekleri yiyen farelerin cesetleri çoğunlukla tavan veya duvar arası gibi ulaşılamaz yerlerde kaldığı için haftalarca kokmaktadır. Zehirlenen fareler sessizce ölürken, onları yeyip de zehirlenen kedilerin ölümüyse korkunç ve uzun sürede olmakta, feryatları ortalığı yıkmaktadır. Avlarını canlı olarak yemeyi seven sansarlar cesetlere dokunmaktan hoşlanmadığı için zehirlemelerden hiç etkilenmez. Dolayısıyla, ölü farelerin kokusundan burunların sızlayıp durduğu köyde hayat yaşanamaz bir hâl almış, misafir filan da uğramaz olmuştur. Köylü ise sansarlardan kurtulacağı günlerin yakın olduğu umuduyla kötü kokuya ve vaziyete katlanmaktadır. Bir yandan da endişeye kapılmaktadır; ya sansarlar gitmezse… Hasta, yaşlı veya bebekleri kemirmeye girişirse… Vay anam!...
Ah ulan Efrayim ah! Ne diye vurdun o sansarı! Şu köyün düştüğü duruma bak!...