Batı klasikleri ile dolu bir kütüphaneye açtım gözümü. O kitapların sahibi babamdı. Hepsi sonradan, yıpranmasınlar diye, renkli kağıtlarla kaplandı ve daktiloda yazılmış etiketler yapıştırıldı üstlerine. Ne özen değil mi?
İşte, ben böyle kitaba değer veren bir babanın kızıyım. Şükürler olsun! Belki de yine o babaya layık olmak ya da yaranmak için olabilir, daha ortaokuldayken bütün o klasikleri okumuştum.
Bunlardan biri, Doktor Jivago’ydu. Hatta filmini izlemiştim. Çok duygulanmıştım. Fakat geçen sürede bu klasiklerin içerikleri, kahramanlarının adı unutuldu gitti.
Örneğin babamın bana getirdiği ilk köpeğimin adını kendisi koymuştu; Lara. Bu ismin, o klasiklerden birindeki kahramanın adı olduğunu söylemişti, eserin adını belirterek. Unuttum gitti. Hep unutmanın verdiği utancı da yanımda taşıyarak, bugüne ulaştım.
Bugün internette takip ettiğim sayfaların birinde kitaplarla ilgili duygu ve düşüncelerini paylaşan bir sayfa arkadaşımın yazısını okudum. Öyle aydınlatıcı ve duygularımın tercümanı olan bir yazıydı ki…
Bir taşla iki kuş vurdum diyebilirim. Birincisi; Lara’ nın Doktor Jivago karakteri olduğunun altını çizmiş. Yazan arkadaşın deyişiyle tespit şöyle:
“Boris Pasternak’ ın Doktor Jivago’ sundaki Lara’ ya şiirlerini mırıldanıyorum.”
İkincisi ise; kitap bağımlılığı olarak düşündüğüm kitaplarla ilişkime, yeni ve beni rahatlatan bir bakış açısı getirmesi oldu. Onunla ilgili pasajlardan birini olduğu gibi aktarıyorum:
“Kitap satın alma hastalığına tutulmuş bir insan olan Walter Benjamin’ in bununla ilgili bir hikâyesi mevcuttur.
Paris’ te kendisiyle röportaj yapmaya Benjamin’ in evine gelen bir muhabir, Benjamin’ in çalışma odasında yeni alınmış koli halinde birçok kitap görür ve biraz alaycı bir şekilde “ Tüm bu kitapları okuyabilecek vaktiniz olduğuna inanıyor musunuz?” diye sorar. Benjamin de muhabire şöyle cevap verir:
“ Kitaplar yalnız okunmak için değil, aynı zamanda birlikte yaşamak içindir de.”