İlkbahar geldi. Artık evden dışarı çıkmanın zamanı… Kendini kırlara atmanın zamanı başladı. Her taraf yemyeşil oldu. Börtü-böcek, yeşillenen ve ısınan havalarla beraber dolaşmaya başladı. Rahmet pınarlarının bereketi de bol olunca, yeryüzü âdeta yeşil cennete dönüştü.
İnsanlar kış boyunca güneşin ziyalarından mahrum kaldığından, bu güzelim tabiatla baş başa kalınan zamanlar iyi değerlendirilmelidir.
Bizler de birkaç arkadaş, bu temiz havayı teneffüs etmek, tabiri caizse, ciğerlerimize bayram ettirmek maksadıyla merkeze yakın olan Haydaran mevkiine gittik.
Arabamızı yolda bırakarak, yaklaşık yarım saat sürecek bir tırmanışa başladık.
Piknik yapmak amacıyla götürdüğümüz eşyalarla beraber, yeşilin her tonunu bağrında barındıran yamaçtan tırmandıkça, çevredeki coğrafi şekiller bütün azametiyle ve doğallığıyla bizleri selamlıyor gibiydi.
Nihayet çevreye hâkim olan tepeye vardığımızda, artık Haydaran köyü ve uzantısındaki çizgide mevcut köyler, tüm haşmetiyle ortaya çıkmıştı.
Sadece o uzantıda olan mı?.. Çevremizde şöyle bir daire çizdiğimizde, gözümüzün görebildiği her yerde bakir, her an keşfedilmeyi bekleyen envaı çeşit renk, desen, özellik ve güzellikte olan doğal coğrafi şekiller bizleri kendine hayran bırakıyordu.
Hangi taşa-kayaya bakacağımıza, lâle, sümbül, papatyalarla bezenmiş doğal bitki örtüsünden hangisinde durup meşgul olacağımızda kararsız kalıyorduk. Alıç, palamut, Akdeniz maki ağaçları gibi daha birçok ağaç türleri henüz yeşermiş olup, güzel bir manzara oluşturuyorlardı.
Rehberimiz olan İmam Müslüm Efendinin ailesinin ormanlık alanı olan ve sanki jiletle kesilmiş gibi düzgün ve keskin, birbiri ardına sıralanan kayalıkların arasında yer yer bağlar bulunuyordu. En küçük toprak parçaları bile değerlendirilerek, üzüm bağları dikilmişti.
Girdiğimiz her doğa harikası ve insanı kendine hayran bırakan özellikli kaya guruplarının içerisinde, önce ki geldiğimiz alan kayboluveriyordu. El emeğiyle yapılmış tarihten bugünlere uzanan ve halen özelliğini kaybetmemiş kayadan oyma mağaraların içinde bulunmak hayli keyifli oluyordu.
Şaşalı ve debdebeli o şehir keşmekeşinden sıyrılmış olarak, farklı bir dünyaya yolculuk edercesine, her şeyden uzak, çeşitli kuş cıvıltıları içerisinde, henüz yeşermekte olan ağaçların arasında ilerleyerek, bastığımız otların o cazibesi içerisinde, bir katmandan diğer katmana geçerek, gökten başka bir yerin görülmeyeceği, harikulade bir meydanlığa ulaşmıştık.
Tırmanışta sabrettiğimiz eforla terlemeye başlamış, vardığımız noktada, kayalık alanda zaman içerisinde çeşitli doğa olayları sonucunda, deformasyona uğramış dev deniz dalgasına benzeyen ve içini düzgün mermer sütunları andıran boşluğa kendimizi atmıştık.
Öyle bir atmosfer ki, temiz havayı ciğerlerimize çekerken, neredeyse öksürük nöbetine girecek gibi oluyor insan. Öyle ya, şehrin o kirli havasından, egzoz dumanlarının, gaz ve kömür kokularından sonra, bu temiz havayı teneffüs etmek bize hayli ağır geliyordu.
İnsanın doğaya verdiği zararı galiba başka hiçbir canlı yapmamaktadır. O güzelim dağlar içerisindeki mağaraları, yine şahidi olduğumuz kadınlı-erkekli tokalaşan kaya figürünün baş kısımlarında bulunan ay yıldızı bile nasıl bir akıl ve mantıkla düşünmüşlerse, koparmaya çalışmışlar. Bunu yaparlarken, hem ay yıldız kabartmasından aldıkları yetmez gibi, bir de çok kötü bir tahrifat yapmışlar. Belli yerlerde yapılan kazılarla, her taraf köstebek yuvası halini almış. Çevredeki kayalıklar belli bir düzen, nizam ve intizam halinde, ardı ardına sırlanmış ve inanılması zor kayalar birbiri üzerine eklenmiş gibi bir labirenti andırıyordu.
İşte bütün bu küçük toprak parçalarında bulunan bağlar, atlarla sürülüyordu. 82 yaşında olduğunu öğrendiğimiz Müslüm hocanın babası, maşallah diri ve atik ve hareketli hareketleriyle kendine hayran bırakıyordu. Galiba suyu, havası temiz, yedikleri doğal olan ürünlerle beslenmesinin sonucu olsa gerek, asma dallarını kendisi bağlıyor, etrafını temizliyor ve dik durmaları için aralarına ağaç dalları yerleştiriyordu.
Akşam saatlerine kadar hasbihal ettiğimiz ve bir taraftan da karnımızı doyurup, sıcacık tavşankanı renginde çaylarımızı, güzel tabiatın mevcutlarının tınısı eşliğinde yudumlarken, zamanın nasıl geçtiğinin farkında değildik.
Nihayet vedalaşma zamanı geldiğinde, Hacı Baba’nın hayır duasını alarak, yine geldiğimiz yoldan bayır aşağı inerek, köye yakın bıraktığımız aracımıza ulaşmıştık.
Böylece bir hafta sonunu daha doğayla geçirmiştik. Sizlere tavsiyem de illa ki bir hafta sonunu (özellikle çalışanlar) temiz, havada, otların arasında, ağaçların altında ya da bir pınar başında, börtü-böcekle baş başa geçirin. Hele ailece sevdikleriniz ya da dostlarınız yanınızdaysa ve bir de sıcak demli çay varsa, değmeyin sohbetlerin keyfine.
Kerim BAYDAK
kbaydak61-artan@hotmail.com