Düşünce grip olursa!

Abone Ol

 Düşünmek, başlı başına bir eylem midir, yoksa düşüncenin hayata geçmesiyle mi eylem sayılmaktadır, hep tartışılmış. Ancak, şimdi daha farklı bir tartışmadayız.

Düşünce adamları, yıllar yılı gecesini gündüzüne katarak fikir üretmişler. İnsanların nasıl düşüneceğini, nasıl önyargılarından arınacaklarını, nasıl objektif olunacağını, nasıl bağımsız ve bağlantısız düşünüleceğini bulmaya çalışmışlar.

Belki de düşünce adamları, düşüncenin salt düşünene ait olması için de farklı yollar üzerine kafa yormuşlar.

Ama hiçbir düşünce adamı “bağnazlığı” bir düşünce biçimi olarak “takdire şayan” bulmamış.

Belki de “tarafgirliğin” düşünceyi nasıl yok ettiği üzerine kafa yormuşlardır.

Başkalarının düşündüğünü alıp, kendi kafasına koyarak, düşündüğünü sanmanın bir diğer adı tarafgirliktir. Taraf olduğun düşünür, bunu yayma da sana düşer…

Bugünlerde sıkça bu tür düşüncelerin kısırlığı altında eziliyoruz, toplum olarak.

Herkes bir taraf olmuş…

Herkes bir diğerini suçluyor ama hep aynı basmakalıp sözlerle…

Bir yerden çıkmış, bir fabrikada üretilmiş, bir marangozun tezgâhından geçmiş, bir tornacıda yontulmuş.

Ve belki de bir ressamın tuvalinde, bir heykeltıraşın eserinde hayat bulmuş.

Toplum neredeyse her konuda ikiye ayrılmış durumda.

Bir kamplaşma var ama sadece yığınların kamplaşması bu.

İki fikir çatışmıyor, iki fikir yarışmıyor, iki fikir tartışmıyor ama sanki iki değişik fikir varmış gibi inanmamız isteniyor.

Üçüncü bir düşünce imkânsız…

Kafanızı yormanıza gerek yok; çal oyna, gül oyna…

Biz sizin yerinize de düşünürüz diyen fedakârlar var bu toplumda.

Onlar düşünür, bize sunar ve biz de bu düşünceyi kendi kafamızda, kendi doğrularımızla, kendi dünya görüşümüzle, kendi inancımızla, kendi anlayışımızla ve kendi birikimlerimizle ortaya koymuş gibi hararetle savunuruz.

Gözümüzün önünde bir olay olsa, bekliyoruz; “bizim gibi düşüneceksiniz” diye kanımıza girmiş olanlar, ne diyecek diye…

Basın aynı durumda…

Gazetelerde köşe kapan yazarlar aynı durumda…

Televizyonlar aynı durumda…

Her TV’de “program yapıyorum” diye şişim şişim şişinenler de aynı durumda…

Ülkenin herhangi bir yerinde bir olay vuku bulduğunda, ilk anda tepki gelmemişse, düşünceyi pazarlayan henüz konuşmamış demektir.

Buna iktidar veya muhalefet yandaşlığı olarak bakmayın.

İster iktidara yakın olsun, ister herhangi bir muhalefet partisini desteklesin, isterse tümden siyasi partilere karşı olsun, isterse herhangi bir terör örgütüne yakın dursun, hiç fark etmiyor.

Herkes, bilinçaltında “en üstün düşünce adamı” olarak gördüğünün konuşmasını bekliyor.

O savunursa, ölümüne savunmak, o karşı çıkarsa da ölümüne karşı çıkmak için gardını almış şekilde bekliyor.

O konuşacak, yani o konuşurken, bizim kafamızın tası açılacak, beynimize düşünceler dolacak ve kapatarak konuşmaya, yazmaya, haykırmaya başlayacağız.

Eğer bizim adam bir gün grip olursa, bizim olaylar karşısındaki durumumuz da grip olur, nekahet süresini bekleriz.

Çünkü toplumun büyük bir bölümü düşünmüyor; düşündüğünü sanıyor.

Düşünmenin tehlikeli olduğuna bizleri o kadar inandırmışlar ki, yıllar yılı düşünmemiş, hazır şablonları kafamıza monte ederek, dilimize kadar getirmişiz.

Korkmuşuz, ya kafamızın içinden geçenleri duyarlarsa ya düşüncemiz, eylem olarak algılanırsa…

Çünkü her siyasi görüş, bize lütuf olarak düşünme serbestliği veriyor; özgürce düşüneceksiniz…

Benim kafamın içinden geçenlere pranga vurmaya ne kimsenin hakkı var, ne yetkisi ne de böyle bir gücü…

Ama korkumuz, düşündüğümüzün dile gelmesidir, yazı olup yazılması, söz olup uçmasıdır…

Ve asıl korkulan, bu düşüncelerin yüreklere yerleşmesidir…

Düşünmek, aynı zamanda bir matematiksel işlemdir; bölersiniz, çarparsınız, toplarsınız ve çıkarırsınız…

Bunu siz yaparsınız; tarihten örnek alarak, geleceği düşünerek, bilgi, görgü ve anlayışınızla harmanlayarak…

İnsanlar, inandığı değerler ışığında düşünür; bilgisine, görgüsüne, yaşam tarzına ve yaşadığı topluma göre düşünür, taşınır ve bir karara varır.

Ama hiçbir düşünce belli kalıplara sokularak, geliştirilmez.

Hele hele hazır beton gibi ayağımıza kadar gelenlerle düşünce binası oluşturulamaz, çabuk yıkılır, tökezler, un olur, toz olur, buz olur, erir gider…

Bana göre, toplumumuzun en önemli sorunu, herkesin kendisi gibi düşünmemesi, emredildiği ve zerk edildiği gibi düşünülmeye mecbur hissetmesidir…

Yoksa sizin de mi korkunuz var; düşünce, düşer misiniz?

 

Tweetimden seçmeler

2014 yılında, yaşları 16-17 olan tam 34 bin 629 çocuk gelin olmuş. Oyun ve eğitim çağında olan bu çocuklara nasıl kıyarlar bilmiyorum!