“Son sarılışımız olduğunu bilseydim, daha sıkı sarılırdım sana.” Demiş, tarih ve isim yazmış altına. Sokak arasında bir apartmanın duvarında okudum bu yazıyı.
Mümkün mü acaba bunu bilmek! Son görüş, son sarılış, son öpüş gibi gibi… Farkeder mi acaba insan böyle bir şeyi? Yoksa kondurmaz mı her an, o anı bekliyor olsa bile!
Oğlum Can’a hamileyken, beşinci ayda bir düşük tehlikesi geçirdim. Ardından doğumda her ikimizde ölümden döndük. Yürümeden koşmayı öğrendi kerata. Orasını burasını kıra döke büyüdü. Büyüdükçe hızı arttı. Hız arttıkça yaralar, bereler büyüdü. Derken her seferinde ben, içimden de olsa”Bu sefer de yırttık! “ dedim.
Her geri dönüşü umut oldu bana. Bu sefer de öyle olacak sandım. Ama olmadı. Öldü! Bunun üstüne basa basa söylüyorum, çünkü bir arkadaşım uyardı; “Özlen hep gitti diyorsun. Can nereye gitti? “ dedi. Ben şaşkın bir vaziyette “ Öldü! “ dedim. O da dedi ki:
“O zaman lütfen, sanki bir yere gitmiş de dönecekmiş gibi gerçeği inkâr etme. Yıllarca babam için böyle dedim. Ta ki, psikologum uyarıncaya kadar.”
Evet, inkâr mı bilmiyorum ama son birkaç ayda içinin boşaldığını gördüm, gözlerinden ruhunun gitmek için çırpındığı hissettim; fakat bütün bunlar yeniden doğuşun sancıları dedim. Her zamanki gibi dönecek sandım. Olmadı.
Bazen sarılmak iyi gelir insana. Karşındaki ne hisseder bilemezsin, ama sen iyi hissedersin. Keşke; son karşılaşmamızda senin hoşlanmadığını hissetsem de, daha sıkı sarılsaydım sana. İncinmekten bu kadar korkmasaydım. Geçti!
Geriye kalan bir duvar yazısı olsaydım, şunu derdim:
“Can, Can gibi bir nefeste uçtun gittin! Uğurlar olsun!