"Yeryüzünü gezin, görün ve ibret alın" diye muhteşem bir ayet, tavsiye var. Çok gezen mi yoksa çok okuyan mı bilir diye halk arasında tatlı bir deyiş de konuşulur. Okuyan, dil bilen ve gezen desem de aslında en çok cahiller bilir ironi ve espirisiyle başlayalım.
Gezimizin önemli amaçları vardı. Kendimizin ve çocuklarımızın ufkunu açmak ve öz güven kazandırmak başta gelen amaçlarımızdandı. Ayrıca yaşadığımız ülkenin daha çok kıymetini anlamak, bir dil bir insan sözünü uygulamalı yaşamak ve biraz kültür biraz da deniz yaparak minik bir tatil yaparak stres atmaktı. Amaçlarımızı sorunsuz bir şekilde gerçekleştirdik.
Yeşil pasaportlarımız olduğundan vizeye gerek yoktu. Kavala’ da kalmayı planlamıştık. Kalacağımız yeri uluslararası bir firma aracılığıyla ayarlayıp ödemelerimizi yaptık. Arabalarımız ile gideceğimizden zorunlu olan "Yeşil Sigorta" (47,25 Euro) Türkiye’de yaptırdık. Ülkemiz için zorunlu olan "Yurtdışı çıkış harcı” (150 TL) kişi başı ödedik ve yola koyulduk. Ankara’dan İstanbul’a ve oradan da İpsala Sınır Kapısından Yunanistan tarafına geçmek üzere gittik. Sınır kapısında Yunanistan tarafındaki görevli sayısının azlığı nedeniyle giderken ve çıkarken 2 saatten fazla beklemek zorunda kaldık. Başka bir zorluk yaşamadan rahat geçtik.
Yunanistan’ın Kavala Bölgesine otobandan ve yaklaşık 40-50 km de bir ücret gişesinde ödeme yapmak suretiyle Kavala’ ya vardık. Yol ücreti pahalı değil ancak Euro-TL farkı nedeniyle bir miktar pahalı gelebilir. Dil bilmediğimiz için biraz zorlansak da Türkçe bilen annesi Kapadokyalı bir esnafın yardımıyla Kavala’ da kalacağımız yeri bulup yerleştik. Bir miktar acemilikten sonra alıştık ve gezmeye başladık. Ertesi gün biraz deniz, sonrasında ise özellikle görmek istediğimiz yerlerden biri olan Selanik'e gittik.
Arzumuz, özellikle Türklerin yoğun yaşadığı; Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe, Kavala, Selanik, Atina ve Üsküp’ü (K. Makedonya) görüp dönmekti ama zamanımız çok kısıtlı olduğundan Kavala ve Selanik’i gezebildik. Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe’yi de otobandan geçerken uzaktan görebildik.
Kavala ve Selanik adeta yeni keşfedilmiş, yeşilliği bol ve güzel yerler. Yer yer dümdüz arazilere ekilen ürünler, geniş zeytin ve meyve bahçeleri doğayı süsleyerek doyumsuzlaştırıyor. İnsanları genellikle yardımsever. Nüfus yaşlı. Küçük çocuk ve genç neredeyse hiç göze çarpmıyor. Kurallara bağlı bir yaşamları var. İnsani ilişkileri nazik ancak tek tük kabalık yapanlara da rastlamak mümkün. Hatalı gişeye girmiştik ve nakit ödeme yapılan yere geçmemiz gerekiyordu. Üç araba olmamıza rağmen izin istedik ve yer verildi. Korna çalarak söven de olmadı! Kırmızı ışık, yaya geçidi, hız sınırı (otobanda 130) özellikle uyuluyor. Değilse ciddi cezası varmış. Şehirde ve yaşadığımız yerde hemen hiç gürültü yoktu. Ülkemizdeki gibi şehirlerin ve yolların her giriş ve çıkışlarında polis veya jandarma durdurma noktalarını görmedik. Hatta adeta polis görmedik.
Selanik, Yunanistan’ın Atina’dan sonra ikinci büyük şehriymiş. Gezimiz esnasında Selanik ve Kavala’ da çok sayıda kapanmış işyeri gördük. Bu durum üzüntü vericiydi. Açık olan işyerleri de çok tenhaydı. Ekonomik canlılık göremedik. Şehirler arası ulaşım için kullanılan otoban ülkemizin duble yolları gibiydi. Gelişmişlik olarak Türkiye ile kıyaslanacak olursa, ülkemiz kanaatimce 10 yıl Yunanistan'ın ilerisindedir. İnsanlar keyiflerine çok düşkün. Hafta içi 17.00 den sonra, cumartesi öğleden sonra ve pazar günü cafe ve yiyecek-içecek yerleri hariç hemen her yer kapanıyor.
Gezerken özellikle tarihi eserlere dikkat ettim. Söz konusu Türklük ve İslam olunca hiç bir hoşgörülerinin olmadığını gördük. Osmanlı'dan kalan eserleri adeta kazıyarak yok etmişler. Camiler, işyerleri ve genellikle alkollü restoran veya otel yapılmış. Kavala' nın en güzel yerinde Mehmet Ali Paşa’nın at üstünde heykeli, kaleyi andıran ve kale içinde yer alan genişçe evi ile mezarı hain olduğu için Atatürk’ün doğduğu ev de Türkiye Cumhuriyeti özel mülküne alıp koruduğu için sağlam duruyordu. Selanik’in tek ve en hareketli bölgesi Türk Konsolosluğu ve yanında yer alan Atatürk Evi civarıydı. Bir miktar da sahilde yer alan Büyük İskender’in at üzerindeki heykeli turistlerin ilgisini çekiyordu. Selanik’ teki büyük kilisenin yanında yer alan caminin giriş kitabeleri kazıtılmış ve restoran yapılmış ancak, kapalı duruyordu. Kavala' da sarnıçlara giderken solda duran İbrahim Paşa’nın yaptırdığı cami kiliseye çevrilmiş. Mehmet Ali Paşa’nın evine giderken sağda yer alan, medrese ve külliyesi ise şu an otel olarak kullanılıyor. Mehmet Ali Paşa’nın yaptırdığı cami dahil hiç bir yerde açık (faal) cami göremedik. Her iki şehirde yer yer tarihi bina, kışla gibi yerler varsa da çürümeye terkedilmiş gibiydi.
Geçmişte İtalya’nın Roma ve Torino, Gürcistan’ın Batum, Suriye’nin Halep, Hama, Humus ve Şam vilayetlerini de görmüştüm. Torino’nun ip gibi duran düzenli sokak ve caddeleri vardı. Geniş ve hava alan meydanları şehre nefes aldırıyordu. Ulaşımı çok rahattı. Gördüğüm diğer yerler ile ülkemizin şehir mimarilerinin çarpıklıkları ise çok benzeşiyor. Yolu işgal eden girintili-çıkıntılı sokaklar ve caddeler ile meydansız, nefes verecek olan parkların olmayışı şehirleri adeta ruhsuzlaştırıyor!
Herkesin ve özellikle gençlerin mümkün olduğu kadar yurt içi ve dışı, çok gezmelerini öneriyorum. Gezerken aşağılık kompleksiyle değil, bilakis öz güvenle ve ibretle gezilmelidir. Orada gördüklerimizi insanımıza, ülkemize nasıl kazandırabiliriz diye düşünmek ve hayata geçirmek için çaba göstermek gerekir. “Ülkemiz bir doktor kaybetti falanca ülke bir mühendis kazandı” söylemleri gereksiz, içi boş ve üzücü cümleler. Böyle diyenler 2-3 yıl bile dayanamadan koşarak geri dönüyorlar. Kuşkusuz bu ülke o gereksiz cümleleri kullananların da ülkesidir. İnsan başta olmak üzere medeniyetimizi daha özenle koruyup kıymetini bilmeliyiz. Huzur içinde ve hep birlikte daha kaliteli yaşamak dileğiyle.
İsmail AKGÜN
Eğitimci, Yazar, Mobbing Uzmanı
Mobbing Eğitim Yardım Araştırma Derneği Başkanı
akgismail@gmail.com