Aman Tanrım, lütfen yardımcım OL! Tutunmam gereken yazmaksa lütfen yol göstericim OL! Varlığıma sahip çıkmama yardımcı OL! Varlığım işe yaramak zorunda değil. O, sadece var olmakla bile gereğini yerine getiriyor. Lütfen bunu kabullenmemde yardımcı OL! Teşekkürler.
Böyle bölük pörçük yazacağım. Belki de sadece yakarışlarım olacak bilmiyorum. Çünkü tutunacak bir dala ihtiyacım var. Bu dal öyle bereketli olmalı ki yediğim meyveleri şefkate olan susuzluğumu gidersin. Aç gözlülüğe kapılmadan karnımı doyursun. Ben de uzandığım yerden ‘ armut piş, ağzıma düş’ misali o bilmem kaçıncı yüzyıla ait şuh pozların içinde göreyim kendimi. Gerçek olması gerekmiyor. Düşünü kurabilsem yeter.
Düş dedim de geçen gece rüyamda patates püresinden yapılmış sazlıklarla dolu bir coğrafyanın içinde buldum kendimi. Gevşemeye olan ihtiyacımın bilinçaltımdan gelen bir sinyaliydi bana göre. Sabah da önerilen ve daha da önce izlediğim ‘ Edebiyat ve Patates Turtası Derneği’filmini izledim. Derken böyle içten dışa iyileşiyorum inşallah.
Sağlık yitirilince kıymeti biliniyor deniliyor ya, doğru. Peki, bu doğru yanlış tanımlamaları bana iyi geliyor mu? Hayır. Öyleyse niye buralarda takılıp kalıyorum! Annem ‘ İster miydim ben bunları yaşamak. Ne günah işledim de bunları yaşıyorum?’ dediğinde içim kıyılıyor. Yanıtlıyorum onu teselli etmek adına; ‘ Bir günah ve cezalandırma ise sistemdeki işleyiş, herkes payına düşeni alıyor. Bak filancanın şusu fişmancanın busu var.’ Gibi sıralıyorum ne kadar bizden kötü durumda olanlar varsa. Güya onu teselli ediyorum ama kendi korkularımı körüklüyorum. Derken uyku kaçıp gidiyor.
Ortalıkta savaş var. Söylemlerde de. Bu konulardan uzak tutmaya çalışıyorum kendimi ruh sağlığımı korumak amacıyla. Fakat sanatın içinde olmazsa olmaz bir öğe savaş.İşte ‘ Edebiyat ve Patates Turtası Derneği’ filmini izledim içim kalktı. Neyse ki film yumuşatılmış ayrıntılarla ve mutlu sonla bitti de biraz saplantıdan kurtuldum.
Aradan birkaç gün geçti yazma etkinliği grubumuzda ‘savaş’ konusunda yazabilir miyiz önerisi yüreğimi ağzıma getirdi. Bu alandaki sanat ürünleriyle altüst olan ben bunu yapmak istemiyordum. Sonra açık fikirli olmak adına içime sordum. Ezildi içim.Hatta yine önerilen ve alıp okuduğum İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi Almanya’sında savaşa tanıklık etmiş Wolfgang Borchert’in, kitabın adı olarak konulmuş öyküsü ‘Ama Fareler Uyurlar Geceleyin’ aklıma gelince midem bulanmaya, başım dönmeye başladı.
Kaçmadım. Öyküyü tekrar okudum. Bombalanan evlerinin altında kalan dört yaşındaki kardeşini beklediğini söyleyen dokuz yaşındaki Jürgen’in söylemleriyle o kadar çok şeyin altı çizilmiş ki! Yürek yarası. Öğretmeninin ’ farelerin ölüleri, insanları yediklerini söylemesi üzerine’ gece gündüz aç biilaç o çukurda nöbet tutması dayanılır gibi değil. Yaşlı adamın’ Ama fareler uyurlar geceleyin, öğretmeniniz bunu söylemedi mi size?’ demesi apayrı sorgulanası bir dünya açıyor önünüze.
Dedim ya okuması ya da izlemesi bile beni bu kadar etkilediğine göre ben yazmıyorum. Kendi içimdeki savaşları yazmak yalnızca bugün için yazabildiğim bir alan. Bunda bile süreç nereye evrilecek bakalım bu kadar isteksizlikle. Kolaylıkla ve sevgiyle geçmek nasip olsun tüm içsel ve dışsal savaşlarımızdan.