…
Anadolu insanımız için misafir ve misafirlik çok önemlidir.
Anadolu insanı, hem genlerinde var olan özelliklerinden dolayı, hem de dini, inancı gereği gelen misafirlere varını yoğunu önüne koymak ister. Elinde avucunda ne varsa kendisiyle paylaşmak ister. Bu özelliğimiz, bizi diğer milletlerden ayıran en güzel ve en belirgin özelliğimiz olduğundan, bizi hep farklı kılar/kılmıştır.
Misafiri olduğumuz Yusuf Efendi de sabahleyin ilk işi, bizleri misafir edeceği Elma Bahçesinde ve akabinde Ekinözü içmelerindeki piknik için gerekli hazırlıkları tamamlamıştı.
Elbistan’ın sırtını dayadığı dağda, kıvrılan virajlarını tırmanıp aşmaya çalışırken, tepede kuşbakışı şehrin manzarası doyumsuz güzellikteydi.
İlk defa gittiğimiz ve arabayla yolculuk yaptığımız bu yollardan, Ekinözü’nde ki o tepenin yamacında bulunan elma bahçesine vardığımızda; bu defa da dağlar arasındaki Ekinözü’nün manzarası doyumsuzlaşıyordu. Bahçe de, sanırım ilk defa bu kadar güzel olan organik sebzenin tadına bakıyorduk. Böylesine büyük ve böylesine farklı bir tadı olan domates ve biberlerin olduğunu/olabileceğini hiç düşünememiştim.
Bahçede ağaçlar arasında gezerken, en üzüldüğüm taraf ise; 1200 dolayında olan elma ağaçlarında yiyecek bir tane elmaya rastlayamamaktı. İlkbaharda fırtına şeklinde esen rüzgârın, ağaçlarda bir tane çiçek ve ha meyve bırakmadan hepsinin dökmüş olmasıydı. Yusuf Efendi, “ neyse ki elma ağaçlarının köklerine bir şey olmadı da yeşil kaldılar, inşallah seneye tutarlar” diyerek, kendini ve bizleri teselli ediyordu. Belli etmiyordu, ama aslında büyük bir zarar ettiği her halinden ve söylemlerinden anlaşılıyordu. Bostandan yiyebileceğimiz kadar sebze topladıktan sonra, meşhur Ekinözü içmelerine doğru yola koyulduk. Aslında pek uzak sayılmazdı. Zaten bulunduğumuz hâkim tepenin eteklerinden, içmelerin yeri açık seçik görülüyordu. Elbistan 17 km, bulunduğumuz bahçeye 2-3 km uzaklıkta olan içmeler, bakalım anlatıldığı kadar meşhur muydu, görecektik.
Ekinözü`nde, yukarı, aşağı ve orta içmeler diye anlatılan 3 ayrı kaynaktan çıkan şifalı suların, bazı hastalıklara iyi geldiği ve yardımcı tedavi olarak uygulanabildiğinin anlatıldığı içmeler mevki, havalar serinlemesine rağmen yine de bir hayli kalabalıktı.
“Acı su” diye de tabir edilen suyun ve acı su hamamı olan içmelerin yapılan tetkik ve analizlerde; böbrek, idrar yolları, safra kesesi, mide, bağırsak, cilt, basur, nefes darlığı, iç guatr, şeker, sinir hastalıkları, karaciğer ve damar sertliği rahatsızlıklarında, kronik bel ağrısı, eklem hastalıkları, beyin ve sinir cerrahisi sonrası gibi uzun süreli hareketsiz kalma durumlarının tedavisinde faydalı olduğu söyleniliyordu.
Zengin minarelli acı suyun olduğu aşağı içmeye vardığımızda; sabırsızlıkla suyun aktığı iki musluğun başına gittik. Hemen suyun tadına bakmak istedik. İlk seferde içmekte zorlansak da, sonra ki seferler de pek içmekte zorlanmadık. Avuç avuç, su içmeye başladık. Sonra, hemen yukarısında olan orta içmeye gittik. Aynı heyecanı ve su içme merakımızı orada da gidererek; kısmen çevre düzenlemesi yapılmış, kavak ve çınar ağaçlarının olduğu ve kır masalarının yerleştirildiği alana geçtik. Çoğu yerde olduğu gibi, bu alanda da temizlik yok denecek kadar azdı. Çeşmelerin olduğu yer, belediyelere ve çevresi kişilere ait olduğundan, çok tezat olan bir temizlik anlayışı görüntüsü vardı.
İçmelerde, Arap tavası yenilmesi meşhurmuş. İçmelere gelen herkes, illaki Arap tavası yemekteymiş. Sanırım, hem doyurucu olmakta, hem de çok içme (acı) su içiriyormuş. Öyle de olmuştu. Arap tavamız yerken, acı sudan başka su içmiyorduk. Ne kadar yemek yediğimizin farkına varamıyorduk.
İlgimi çeken, bizleri misafir eden Yusuf efendi, çocukları ve torunlarının normal su içer gibi acı suyu içmeleriydi. Onlar için çok sıradan bir durumdu, ancak bizim içinse çok farklıydı. Alışmadığımızdan ve ilk defa içmemizden olsa gerek, zorlanarak içiyorduk. Akabinde, akşam ateşte közleme yaptığımız mısırları yemek ve tabi yine acı su içmek… Kendi adıma, bir ay yetecek kadar acı su içtiğimi sanıyordum.
Gece geç vakitlerde eve döndüğümüzde; yorgun argın derin bir uykuya dalmıştık, tabi sabahında da Adıyaman’a yolculuk başladı.
Yusuf Efendi bize güzel bir misafirperverlik örneği sergilemişti ve mahcup etmişti. Mahcup ama mutlu, bir dostu görmüş olmanın, sohbet etmenin vermiş olduğu sevinçle, nihayet evimize döndük.
Yine bir hafta daha farklı bir ortamda, farklı bir mekânda, farklı zamanlarda, sevilen insanlar arasında birkaç gün geçirmiş olduk. Aracımızın ufak tefek arızları ve Hanım’ın belki de acı sudan dolayı nükseden mide ağrıları dışında tabi!
Teşekkürler Elbistanlılar, Ekinözü’ler, teşekkürler Yusuf Efendi, değerli eş, çocuk ve torunları, teşekkürler.
Kerim BAYDAK
kbaydak61-artan@hotmail.com