Ensar olmak, kocaman yüreğe sahip olmaktır

Abone Ol

Hayatta bazı sıfatlara sahip olmak elimizdedir, bazılarına sahip olmak ise değil. Elimizde olan sıfatlar, çoğunlukla çalışarak, çabalayarak elde edilen veya birilerinin lütuf diye sunduklarıdır ama elimizde olmayan öyle değil. Tıpkı Muhacir ve Ensar gibi…

Muhacir, daha çok savaş halinde yurdunu terk edip, bir başka kente, mahalleye, eve sığınanlara denir.
Kelime manası olarak muhaciri tarif etmek kolaydır ama muhacir olmak pek kolay değil.
Muhacir olmak kimsenin elinde de değil.
Çalışarak, çabalayarak, emek vererek elde edilen bir sıfat değil.
Hiç kimse “bir Muhacir olup, geleyim” demez.
Hiç kimse “Muhacir sıfatı” kazanmak için bir çabanın içinde olmaz.
Bunun okulu, eğitimi, kursu, sertifikası, diploması, lisansı, yüksek lisansı yoktur.
Çünkü muhacirlik, daha çok kişinin isteği dışında gelişen bir ortamın sonucunda alınan bir sıfattır, kazanılan sıfat değil.
Çoğunlukla savaşlarda, zalimin zulmü altında bir kurtuluş yolu bulanların zor yolculukları sonrası sığındıkları ve kendilerine kucak açan yerlerde alınan bir sıfattır muhacir…
Muhacir, sadece yerini, yurdunu terk etmez…
Bazen sevdiklerini de orada bırakır, bazen sevdikleriyle birlikte zorlu bir yolculuğa çıkar.
Çoğunlukla dünyalık hiçbir şey almadan özgürlüğe doğru yol alırlar.
O yaşa kadar kazandıkları ve biriktirdiklerinden vazgeçerler…
Elde ettikleri başarılar, aldıkları eğitim, gördükleri kurs, edindikleri tecrübenin de çoğunu bırakıp, sonunu bilmedikleri bir yolculuğa çıkarlar.
Ve kendilerine ilk kucak açan, tebessümle karşılayan, sıcak bir çorba veren, soğuk bir su ikram eden yerde konaklarlar, yurtlarına dönme zamanı gelene dek…
Muhacir olmak gerçekten zor, bir şeyleri feda etmek gerekiyor, daha güzel ideal ve insanlar için…
Bu açıdan muhaciri, dünyalığını feda eden olarak anabiliriz…
Peki ya Ensar?
***
Muhacirin olduğu yerde, Ensar’ın olmaması mümkün değil.
Leyla’nın olduğu yerde Mecnun’un olmaması nasıl mümkün değilse bu da öyle mümkün değil.
Dünyanın veya hayatın bir kuralıdır bu; âşık varsa, maşuk vardır…
Dert varsa eğer, deva da vardır…
Gece varsa, gündüz de vardır…
Zalim varsa mazlum da vardır.
Arı varsa çiçek vardır…
İyi insanlar varsa, kötüler de vardır.
Ezen varsa ezilenin olmaması mümkün değil.
Ve bunu böylece tezatlarıyla, karşılıklarıyla, bir birini tamamlayan ve bir birini yüceltenleriyle sıralamayı sürdürebiliriz.
Mekke’den göç eden o mübarek yolcuları bağırlarına basan Medinelilerin neler dediğini ve neler yaptıklarını gözden geçiren herkes, hiçbir muhacirin Ensarsız kalamayacağını da iyi bilir.
Ama “Muhacirin olduğu yer, Ensarsız kalsın” diyemeyiz…
Suriye’de Esad’ın zulmünden kaçarak ülkemize sığınan ve bütün sahip olduklarını bırakarak bize gelen bu insanları “yük” olarak görenler var…
Parasız olmalarını sevmeyenler var, işsiz olmalarından hazmedemeyenler var, dilenmelerinden gıcık olanlar var…
Kavga etmelerinden şikâyet edenler var, ağız dalaşında, belki de küfürlü tartışmalarda yer almalarından hoşlanmayanlar var.
Bütün bunları söyleyenler de çok iyi biliyor ki, sokak ortasında kendi eşini yüzlerce kez bıçaklayan “Mülteci” değildi…
 Çok basit bir park atışmasını aşiret kavgasına dönüştüren ve koca bir şehri kargaşaya dönüştüren de “mülteciler” değildi…
Kız arkadaşını doğrayan, minicik bedenlere akıl almaz iğrençlikleri reva görenler de mülteci değildi…
Ama onlarda insandı, tıpkı mülteciler gibi…
Bireysel suçları, toplumlara atmak, kafatasçılığın dik alasıdır.
Üstelik karşımızda olanlar Muhacir
Yani Ensar’ını bekleyenler…
Muhacir olmak, insanın kendi elindeki bir durum değildir. Bu sıfatı, hiç kimse isteyerek elde edemez.
Ama Ensar öyle değil…
İsteyerek elde edilen çok yüce bir sıfattır.
Muhacir, dünya malını feda edendir, Ensar ise dünya malını “kardeşim” diye gördüğüyle pay edendir.
Yardım eden, yardımcılar manasına da gelen Ensar, aynı zamanda insanlığın ölmediğini gösterenlerdir de…
Bir umuttur Ensar, bir ışıktır, bir gülüştür, bir sevinçtir, bir neşedir, bir kurtuluştur…
Ensar, insanlığın yücelmesidir, zalimin zulmüne karşı durmaktır…
Yaraya merhem olandır Ensar, şifadır, ilaçtır, kazandır, kepçedir, kaşıktır, pilavdır ve bir ırmaktır yürekleri taşıtan…
Muhacirin hangi şartlarda size sığındığı, suçun kimde olduğu, hangi ülkelerin siyasi hesabına kurban edildiği ve hangi yanlış adımları attığı için başına bunların geldiğinin önemi de yok, sorgulamanın gereği de…
Ama ülkemizde, son zamanlarda böyle bir sorgulama var…
Özellikle Şanlıurfa’da, Gaziantep’te ve Adıyaman’da…
Memleketlerini terk etmelerini isteyenler çıkıyor, Ensarlığın yüceliğinden habersizce…
Kendi insanını “suç işlemez” görüyor olmalı ki, suç işleyen muhacir var diye, bütün muhacirleri suçlu görüyor…
Onları yoksul biliyor; bütün mal varlığını orada bıraktığını unutarak…
Dilendikleri için ayıplıyorlar, dilendirenin kendileri olduğunun farkına varıp, utanmaları beklenirken…
Sahi biz insanlığımızı hangi arada kaybettik; yetim kalan çocuğu, evladını yitiren anne ve babayı, evini, yurdunu terk eden aileyi nasıl bir psikolojide bekliyoruz ve yoklukta ne yapmalarını umuyoruz?
Ne umduklarını bilmiyorum ama Ensar olmak için kocaman bir yüreğe sahip olmak gerektiğini çok iyi biliyorum…
 
Tweetimden seçmeler
Elimize silah alıp bir zulmü önleyemiyorsak, İsrail mallarını boykot ederek, silahlarını tek tek ellerinden almayı sağlayabiliriz.