Çocukluğumun geçtiği o yoksul yüzlü coğrafyada
Gözyaşlarını geceye saklayan, nice ipek yürekli, güneş yüzlü kadınlar tanıdım.
En ipek yüreklisi en güneş yüzlüsü benim annemdi.
Annem hiç alışamadı bu şehre, Memleketinden uzak toprağından dalından koparılmış bir çiçekti.
İlk günden, son güne kadar, tedirgin bir serçe gibi yaşadı bu kentte..
İstanbul’da güzel bir hafta sonu, Emirgan’ da bir çay bahçesinde oturuyoruz.
Çocuklarla oynaşırken baktım annem dalıp gitmiş Boğaziçi’nin mavi sularına.
Sessizlik bozulsun diye “İstanbul’un denizi mi güzel, yoksa bizim Fırat mı”? Dedim.
Hüzünlendi, gözleri doldu annemin. Hüznüne ortak olayım diye sarıldım ona.
Ve anladım ki;
Annem için dünyada hiçbir su, Fırat kadar güzel akmadı
Ve annem dünyada hiç bir suya, Fırat kadar güzel bakmadı.
Dünyanın neresinden, hayatın hangi penceresinden bakarsanız bakın.
Yaşadığı coğrafyaya benzeyen kadınlar görürsünüz orada...
Siyah beyaz sarışın kumral, Renkleri dilleri farklı olsa da,
Kader ve kederleri bir birine benzer dünyadaki kadınların.
Ben sevginin sürekli, ömür boyu olanından yanayım.
Oldum olası günlük sevgilerin yapay sıcaklığı ısıtmaz beni.
Anneler günü... Sevgililer günü... Bilmem daha ne günleri.
Üç yüz atmış dört gün teğet geçilen, ama o özel günün akşamı
Ne kadar feminist, ne kadar hümanist, ne kadar ateist varsa,
Televizyon ekranlarında ahkâm kesip, bir çırpıda kadınların bütün sorunlarını çözenler, birer kahraman edasıyla programı sonlandırırken,
Ertesi günün sabahında, kadınlar ve hayat, kaldığı yerden devam eder.
Aslında iyi araştırıldığında özel günlerin varlık sebebi batılı toplumlarda
Ekonominin aheste gittiği dönemlerde, piyasalara kısa vadeli de olsa bir canlılık getirme eyleminden başka bir şey değildir.
Oysa kadın annedir.
Öncelikle, hayatın devamlılığını sağlayan, dünyaya getirdiği çocuklarla evleri çiçek bahçesine çeviren ve yeryüzünün olmazsa olmaz müstesna varlığıdır.
Mutfakta aşçıdır, hastanede hemşire, konfeksiyon’da overlokçu, pamuk tarlasında ırgat.
Kötü niyetli insanlar yüzünden Bar’larda konsomatris
Başınız ağrıdığında, gönüllü hastabakıcınız, gecelere sığmayan vefa.
Bazen, peşinde en çok koşulan, paylaşılmayan pırlanta?.
Uğruna gözü kapalı ölümlere gidilen gizemli bir bahar dallıdır kadın.
Bazen, bozuk para gibi hoyratça harcanan, saçının tek teli etmeyen herifler tarafından, Karşılığı olmayan bir senet gibi kalbinden yırtılıp atılan,
Bazen taciz edilen, bazen kan revan bıçaklanan, bazen kurşunlanan can parçası çocuklarının gözü önünde…
Kadir kıymet bilenler için, paha biçilmez emanettir.
Çıkar pazarlarında harcanan bir obje değil, yürek sandık’larında bir ömür saklanılacak mücevher bir nimettir kadın.
Çocukluğumun geçtiği coğrafya da, kusursuz kadınlar tanıdım.
İffettin inceliğin resitaliydi her biri…
Göz yaşlarını geceye saklayan ipek yüreği ile,
En şiir sözlüsü, en güneş yüzlüsü benim annemdi…
Benim yüreğim, O’nun güzelliğinin kısa bir gölgesi, küçük bir yansımasıdır.
Yeryüzü şiirlerinde insana hüznüyle gülümseyen…
Fırat’ın derin sularında, nice güzel genç kadının sesiz çığlık ve kulakları sağır eden intiharlarına tanıklık etti çocuk gözlerim.
Gidenler hep kadındı ve sözün bittiği yerde erkekler kifayetsiz sözler söylese de,
Giden kadınların ardında ağlayanlar, Ağıt yakanlar yine kadındı, kadınlardı..
Şairin, “ dışarıda gürül gürül bir dünya” dediği bir mevsime giriyoruz.
Dağlar nehirler ağaçlar kuşlar her şey bu seronomiye hazır.
Birazdan suya havaya toprağa peş peşe düşecek cemreler.
Size öğretilen bütün kötülükleri silin hafızanızdan,
Alfabesi sevgi olan bir cemre de
Siz düşürün yüreğinize
Göreceksiniz çok şey istemediğini kadınların.
Önce dürüstlük, sonra biraz sevgi, biraz saygı.
Bu da pahalı ve imkânsız değil.
Hayat devam ediyorsa, hiçbir şey için geç sayılmazsınız.
Kırdığınız bir çiçek, üzdüğünüz güneş yüzlü bir kadın varsa,
Her kim her neyse, sarılın ona,
Anneniz eşiniz kız kardeşiniz.
Sarılın ki, hem hayatınıza, hem dünyaya gerçek baharlar gelsin…