Dünya var olduğundan bu yana, sayısız insan doğdu ve öldü.
Kimisi unutuldu gitti, kimisi yaptıklarıyla, konuştuklarıyla uzun süre yaşadı ve halen yaşamaya da devam ediyor.
Kimisi inandı, kimisi inanmadı.
Kimisi inandı ve inandığı üzere yaşadı.
Kimisi inanmadı ve inanmadığı üzere kayboldu, yok oldu gitti.
Dünyaya kendisi yaratmış gibi böbürlenip, tanrılık, yaratmıştık iddiasında bulunan da oldu, Hâkim-i Mutlak gibi bir yaratıcıya inanıp, bihakkın teslimiyet gösteren de oldu.
Hak, hukuk, adalet ilkelerini çiğneyen de oldu, hak, hukuk, adalet ilkelerini bihakkın uygulayan da oldu.
Oldum olası hak, hukuk çiğneyen, insanların sırtından geçinen, yediği ekmeğe mani olan, ilerlemesinin ve gelişmesinin önüne set çeken, duvar-bela olanlar her zaman olmuş, oluyor ve olacaklardır.
Bazen soruyorlar, “hak, hukuk, adalet var mı ya da ne kadar var?” diye.
İnsanlar inanmakta ve inanç boyutundaki ahlâktan yoksunlarsa, diyecek bir şey yok, ancak hem inanan hem de hak, hukuk, adaletten dem vuranlar, tabiri caizse mangalda kül bırakmayanların olmasına insanın söyleyeceği çok şeyler (her şey) vardır.
Galiba bazı ahlâksız olması gerekenler veya olduğu düşünülenlere, hak, hukuk, adalet verilmiş, ahlâklı olması gerekenlere de verilmemiş, bilakis alınmış gibi bir durum söz konusu.
Toplum öyle bir hale gelmiş ki, artık ahlâkı, ahlâksızlardan, hak, hukuk, adaleti de bilmeyenlerden öğreniyor.
Toplumda bilgi kirliliği, söylemler, söylentiler, haklı/haksız kırıla gidiyor.
Çok sıradan/ sıradanlaşmış bir durummuş gibi görülen bu ilkeler, ne yazık ki toplumun birlik, dirlik ve düzenini alt üst ediyor, insanların arasına uçurumların girmesine sebep oluyor.
Hak edenler, hak etmedikleri yerlerde, hak etmeyenler hak edenlerin yerlerinde bulunuyor.
Kimse şöyle durup bir aynaya bakmıyor, gerçek yüzünü görmüyor, ne/nasıl olduğunu, nerede olduğunu ve neye sahip olduğunu idrak etmiyor, edemiyor belki de etmek istemiyor.
Birileri birilerinin sırtına basıyor, hiçbir şey yokmuş gibi sözde doğru yolda ilerliyor.
Sözde hak, hukuk, adaleti uyguluyor, aracı oluyorlar.
Bazılarının hakkını yerken, güya aracı olduğunu düşünenler acaba geceleri rahatça uyuyabiliyorlar mı, vicdanları ne kadar rahat o insanların yüzüne bakıyorlar.
Bazı insanlar, bazı insanların hayatlarıyla nasıl/ne kadar oynuyorlar.
Bu dansöz gibi kıvırmalar, fırıldak gibi dönmeler, bu kadar basit mi oluyor/görülüyor.
İnsanların ekmekleriyle, gelecekleriyle oynamanın, günahına girmenin hiç mi günahı, yok, hiç mi vebali yok, hiç mi sorumluluğu yok!
Yapılanların bir gün hesabının verileceğini/vereceklerini hiç akletmezler mi?
Bu dünyada neyse, belki sefasını sürerler de, ya öteki dünyada, ya ötelerde, inancımız gereği hesabın, mizanın, sıratın olduğu ahiret yurdunda nasıl hesap vereceklerdir?
Miskal-i zerre kadar iyilik ve kötülüğün hesabının verileceği o çetin günde, nasıl o insanların yüzüne bakacaklar, nasıl gırtlağına sarılacaklara mani olacaklar?
Tabi söylediklerimiz inananlara, inanmayanlar için sorun yok onlar için sorun yok islediklerini yapabilirler.
Görünen o ki, inanmayanların hak, hukuk adalet ve ahlak düşünceleri, anlayasıları ve yaşantılarına uygulamalarından dolayı, inandığını sanan, düşünen insanlarla mübadelelere sahne olacaktır.
Bazı insanların ekmeğiyle oynamak, bazı insanların geleceklerini karartmak, bazı insanların sırtından rant devşirmek, bazı insanların nafakalarını kazanmasına mani olmak, bazı insanlarını iş, mevki, makam, kariyerlerine olumlu veya olumsuz anlamda engel olmak, ne kadar vicdanla, merhametle ve hakkaniyetle bağdaşır acaba?
Her dönemde, toplumda dillendirilen çokça bilgi kirliliği bulunur.
Ağzı, dili olan herkes bir şekilde konuşur, söyler.
Atıp tutmak, parayla değil ya!
Bu meydan, ezelden ebede çetin bir meydan, keşmekeşli bir yaşam, bolca günah, vebal ve vicdansızlığın sıkça rastlandığı yüksek olan bir ortam.
Ancak atalarımızın söylediği çok güzel bir söz vardır.
“Paca ve ateş olmayan yerden, duman tütmez” denir.
Kerim BAYDAK
kbaydak61-artan@hotmail.com