Hak ihlalinin ‘ama’sı olmaz!

Abone Ol

Anayasa Mahkemesinin iki hak ihlali kararı aynı güne denk geldi. Birisi “sevinçle” karşılanırken, birisinde “ama” diye itirazlar baş gösterdi.

Bu sadece bir kesimde değil, diğer kesimde de sevinçle karşılanan kararla “ama” diye bahane üretilen karar farklıydı, yer değiştirmişti.
Bir başka karar daha olsaydı, muhtemelen farklı görüştekilerin “ama”sı değişecekti.
Çünkü biz hukukun, bizim dediğimiz kararı çıkarmasını umuyoruz.
Her zaman biz haklı olamayız…
Her zaman siz de haklı olmazsınız, diğerleri de…
Tıpkı Anayasa Mahkemesinin iki hak ihlali kararı gibi…
Ve uzun süredir ilk kez Anayasa Mahkemesinin “yerinde” karar verdiğini gördüm.
Bu, bana yakın veya uzak olmasıyla alakalı değil, “hak” kavramını yerli yerine koymasıyla ilgili…
Anayasa Mahkemesinin ilk kararı, duruşmalara başörtüsüyle alınmayan avukatın durumuydu…
Mahkeme, bunun “kadın avukat”a yapılan bir hak ihlali olduğuna karar verdi.
Başörtüsü yasağı yoktu ve bazı mahkemeler, halen bu anlamsız yasağı sürdürmeye niyetliydi.
Cinsiyet ayrımı yaparak, kadınların kıyafetini belirleme en basitinden ilkelliktir.
Anayasa Mahkemesi, yerinde ve doğru bir karar vermişti.
Tebrik etmemek mümkün değil.
Keşke bütün haklara, aynı pencereden bakma şansını yakalayabilse…
Tam böyle düşünürken, İmralı sakiniyle ilgili bir başka hak ihlali gündeme düştü…
Abdullah Öcalan’ın “basıma hazır” kitabı imha edilmişti…
Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuruda, bunun “yazma” ve “yayınlama” hakkını ihlal ettiği belirtiliyordu.
Doğrusu da buydu…
Aynı zamanda “Yayıncı” olduğumdan, bir kitabın basımı için nelerin gerektiğini iyi biliyorum.
Kaleme aldığınız bir eser varsa bir yayıncıya gidersiniz…
Yayımı uygun görülürse tasarımını yapar, kitabı baskıya hazır hale getirir.
Kitap basıma hazırsa, gerekli evraklar tamamlanarak Kültür Bakanlığı, Telif Hakları Genel Müdürlüğünden ISBN numarası alırsınız.
Burada kitabın adı, yazarı ve kitabın dili, konusu gibi başlık halinde ayrıntılarını yazarsınız…
Daha sonra Yayfed’den bandrol talebinde bulunursunuz…
Elbette bütün bunları yayıncı yapar…
Sonra diz
Ve kitabı “yasal” bütün işlemleri halledilmiş bir şekilde matbaaya verirsiniz…
Basımdan çıkan kitaba bandrol yapıştırıp, savcılığa ve Telif Hakları Genel Müdürlüğüne teslim edersiniz. İllerde bunu Kütüphaneler aracılığıyla yaparsınız.
Kitapla ilgili “ön inceleme” söz konusu değil.
Yani “yayınlanabilir” diye bir kişi veya kurumun izin vermesi diye bir şey yok.
Sadece yayınlandıktan sonra “suç unsuru” görülürse “toplatma” kararını mahkemenin vermesi gerekir.
Ama…
Ama söz konusu Abdullah Öcalan olunca iş değişiyor.
Dün konuyu tartıştıklarımız da “ama” diye başlayan cümle kurmaya başladılar…
Çünkü o terör örgütü lideriydi…
Tutukluydu…
Ancak bu ülkede tutuklu olup, kitap yayınlamak isteyen sadece o değildi.
Herkese yapılmayan “sevmiyoruz” diye bir başkasına yapılmasını isteyemeyiz.
Yasalar, kişiye göre değişmez/değişmemeli…
Hukuk, insanlar arasında ayrım yapmamalı…
Bir prosedür herkese uygulanmalı, “ama” diye ayıracakların olmamalı.
Oysa bizim yıllarca yaptığımız bundan farksızdı, maruz kaldıklarımız da farksızdı.
Herkes özgürdü ama başörtülüler “izin verildiği” ölçüde özgürdü…
Kadınlar erkeklerle eşitti ama izin verildiği ölçüde…
Herkes siyaset yapabilirdi ama birilerinin keyfince…
Herkesin din ve vicdan özgürlüğü vardı ama bunun sınırını belirleyenler vardı ve her inanca uygun istisnalar görülürdü…
Bu çifte standart, aslında bizim ikiyüzlülüğümüzü gösteriyordu.
Bir konu serbestse herkese serbesttir…
Bir konu yasaksa bunun mantıklı açıklaması olmalıdır.
Ve yine o yasak, herkese aynı şekilde uygulanmalıdır.
Değilse sadece orada sorun yok, bakış açımız ve anlayışımızda sıkıntılıdır.
Anayasa Mahkemesi, dün kendisinden bile beklenmeyen iki karar verdi ve bu iki kararın, hayatın bütün alanlarına uygulanmasını diliyorum.
Ama’ diye verilen özgürlüklerin geri alınmadığı bir anlayış, artık yerleşmeli…
 
Tweetimden seçmeler
Bir dayın olacak, “ayı”lığına bile bakmayacaksın.
Bu ülkede yaşıyorsan, “dayının dilinden anlayanlara” o dille cevap vereceksin!
Çare yok!