Haksız Da Değil Hani!

Abone Ol

Yazı yazanlar olarak, rastladığımız, şahidi olduğumuz birçok olay, manzara, yazacağınız yazıya konu teşkil edebilir. Bir araçta yol alırken, bir parkta otururken, yolda yürürken, bir toplantıda yer alırken, çevremizde tezahür eden birçok olayla ve konuşulan birçok söylemle karşılaşabiliyoruz. Bazen soruyorlar, “ya böylesi ilginçlikler ve söylemler hep seni mi buluyor?” Ne yapayım! Gerçekten çok ilginç olay ve söylemlerle karşılaştığım doğrudur. Belki de başkalarıyla olan bakış açılarımız, yorumlamalarımız farklı olduğundandır. Bilemiyorum!

Neyse, yine yazıma konu olacak bir olayla karşılaşıyorum. Anlatmadan da geçemeyeceğim. Yaşı 60 ‘ın üzerinde bir beyefendi. Beyefendi diyorum, gerçekten “yaş kemale ermiş” denir ya, tam da öyle işte. Hareketleri, konuşmaları, onu başkalarından ayıran en temel ve en güzel özelliği olsa gerek.

Yazı yazdığımızı bilen biri sanırım, gelip masamıza selâm vererek, oturmak için izin istiyor. “Buyur!” dememizle başlıyor anlatmaya. Belki tam kalbi, beyni, yüreği dolmuş ve kendince bir an önce o ağırlıklardan kurtulmak istiyor. Müdahale etmiyoruz.

“Yaşım altmışın üzerinde. Bu güne kadar kimseye muhtaç olmadan, Allah’ın bize bahşettiği kısmet ve nasibimiz nispetinde, bu yaşımıza kadar geldik. Yanı anlayacağınız, alnım ak, yüzüm pak. Bugüne kadar karşı olduklarım da oldu, beraber hareket ettiklerim de oldu. Yani hem olduğum gibi göründüm, hem de göründüğüm gibi oldum, asla kişiliğimden ve bildiklerimden taviz vermedim. Şöyle etrafıma bakıyorum da, ne kadar kişiliksiz ve karaktersiz insanlar var meydanda. İçi ayrı, dışı ayrı nice müptezeller var. Benim asla hangi surette olursa olsun, maskelerim olmadı, ama binlerce maske takınan çok insanlar var, gördüm. Kimilerine kötü taraflarını söyledim, aramız açıldı, kimilerine söyledim, selam, merhabalar kesildi. Bunca yüzsüzler arasında, söylediklerimi söyledim, varsın darılsınlar varsın kırılsınlar, o kadar da umurumda olmadı, olmayacak da. Asla para için duygu, düşünce, şerefimi, mevki, makam, faziletimi, kişilik ve karakterimi satmadım, bundan sonra da satmam. Hâlbuki çevremizde o kadar çok, bir lokma için, şerefini ayaklar altına alanlar, bir anlık zevk-ü sefa için namusunu kirletenler, mevki, makam için el, ayak, etek öpenler, günlük geçici, boş menfaatler için faziletini karartanlar var ki, insan hayretler içerisinde kalıyor. İşin ilginci de bunlar insanlara akıl veriyorlar, ne yapmaları gerektiğini anlatıyorlar. Melek takındıkları maskelerin altında, şeytani maskelerini çok güzel gizliyorlar. İnsan nasıl, sahtekâr, yüzsüz, yalan yanlış söz, söylem ve davranışlarla hangi yolda ilerleyebilir ki. Ben artık bunların hepsini bıraktım, çünkü artık tahammül edemiyorum. Bunlarla birlikte olmaktansa, yalnız ilerlemek en güzelidir. Sayıları belki az olabilir. Olsun, sayıları az olsun, ama doğru, dürüst, namuslu, şerefli, haysiyetli, özü, sözü bir olsun yeter. Artık, akılsız, riyakâr, ahlaksız insanlara tahammül etmek gerekmiyor, en azından ben öyle yapacağım. Böyle kişilere tahammül edemiyorum. İster en yakınlarım, sevdiklerim, arkadaşlarım, dostlarım olsun, hiç fark etmez…” diye konuşuyordu.

Bazen araya girmeye çalışıyorduk; ama izin vermiyordu. Sanki söyleyeceklerini unutmamak için, hızlı hızlı anlatmaya devam ediyordu. Biz, ancak; “hı hı, evet, tabi, haklısın, doğrudur...” diyerek dinliyor, onaylamaktan başka bir şey yapamıyorduk.

Bir an da durdu, “Haksız mıyım?” dedi. Emme basma tulumba gibi başımız aşağı yukarı sallayıp tasdik ederken, arkasını döndü, çekip gitti. Ne olduğunu, neye uğradığımızı şaşırmıştık. Kimdi, neciydi, ne iş yapardı, mevki, makamı neydi, kime kızmıştı, bir türlü öğrenememiştik.

Anlattıkları, öyle yenilir, yutulur şeyler değildi. Aslında söylediklerinde haksız da değildi. Birilerinin bunları anlatması gerekirdi. İşte bu beyefendi o görevi üstlenmişti. Kızsalar da, darılsalar da bunları haykırarak anlatmıştı. Bize de bu yazının konusu olarak, yazmak düştü. Siz ne dersiniz, bilemiyorum; ama üzerinde düşünmeye değer, diye düşünüyorum.

Kerim BAYDAK

kbaydak61-artan@hotmail.com