Mahallemizin muhtarını dahi seçiyor olsak, eğer adaylar birden fazlaysa hangi adaya, neden oy vermemiz gerektiği üzerinde kafa yorarız. En azından ben öyleyim. Hatta aday birden fazla değil, tek adaysa bile bu defa da “oy verip, vermeme” üzerine kafa yorarım.
Oy verme yaşına gelmiş herkesin de benim gibi kafa yoracağını düşünüyorum. Yoksa siyaset, bu ülkede bu kadar konuşulmaz, gündemde kalmaz, dostlukları, arkadaşlıkları etkilemezdi.
10 Ağustos’ta ilk kez bir seçim için sandığa gideceğiz.
Bugüne kadar muhtarımızı seçebildik, azalarımızı da seçtik.
Yaşadığımız yerde belediye meclis üyelerini, il genel meclis üyelerini ve belediye başkanını da seçtik.
Egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunun duvarında yazıldığı Türkiye Büyük Millet Meclisinde bizim adımıza görev alacak milletvekillerini de seçtik.
Ama başbakanımızı seçemedik.
Onu cumhurbaşkanı seçti.
Yasada yazmamasına rağmen, teamül, yasadan önce geldi ve halkın en çok oy verdiği partinin genel başkanını başbakan olarak atadı.
Ve biz cumhur olarak, başkanımızı da seçemedik.
Cumhurbaşkanı başbakan atıyordu, milletvekilleri de cumhurbaşkanını seçiyordu.
Temelde “yetki” verdiğimizden olmalı, bunun demokrasinin en büyük nimeti sanıyorduk.
Ama bu nimeti farklı kullanan ülkeler de vardı.
Cumhur olarak kendi başkanlarını seçebiliyorlardı.
Hatta kendi valisini, eyalet başkanını, savcısını, hâkimini, okul müdürünü, emniyet müdürünü seçenler bile vardı.
Çünkü esas olan halktı, gerisi teferruattı…
Bizde ise esas olan devletti, gerisi teferruattı…
Ve biz hep teferruatlara kurban giden bir millet olduk.
Olmaya devam etme gibi niyetimizin olmadığını 10 Ağustos’ta göstereceğiz.
Sandık başına giderek, geleceğin “Devlet Başkanı”nı seçeceğiz…
Bununla “Devlet bizimdir ve bize hizmet için vardır” ilkesini hayata geçirmiş olacağız.
Ve seçtiğimiz cumhurbaşkanı, iki arada bir derede kalmasın, bizi devlete karşı korusun istiyoruz.
Çünkü devleti bir başına bırakırsan zalim olur, baskı yapar, ceberut yüzüyle çemkirir durur.
Devlet, merhamet bilmez, vicdanla olaylara bakmaz, insanların ne düşündüğünü umursamaz…
Onun kuralları olur; nasıl giyinecekler, nasıl yiyecekler, nasıl konuşacaklar ve bunu nasıl dillendirecekler…
Bitmedi elbet; neye inanacaklar, ne kadar inanacaklar, inançlarının gereklerini neye göre yapacaklar…
Bu da yetmez ve daha binlerce kurallar koyarlar, kendilerine benzemek için. Farklılıktan ise korkar devlet. Hatta temellerine dinamit koyduğunu her an için düşünür ve ona göre tedbir alır.
İşte 10 Ağustos, bütün bunlar için çok önemli…
2002’den bu yana yaşanan tecrübeleri de alt alta getirdiğimizde, yapılan dönüşümlerin ancak, bu tarihte tekâmül bulacağına karar verebiliyoruz.
Egemenliğin hiçbir kayıt ve şarta bağlanmadan millete ait olduğunun bir ispatıdır bu.
Bu aynı zamanda, “kendisine görev biçenlerin” de hizaya çekilmesi, darbe heveslilerinin heveslerini kursağında koyması demektir.
Hal böyle olunca o zaman bu işlerin ustası bir cumhurbaşkanı seçmeyi düşünürsünüz…
En azından ben öyle düşünürüm…
Veya şöyle yaparım; adayları tek tek değerlendiririm…
Bu elbette değerlendirene göre değişir.
Bir partili olursanız, bir adayınız olur ve belki bir de “oy vermeyi düşünebileceğiniz” ikinci adayınız ama üç olmaz.
Mesela BDP veya HDP çizgisindeyseniz, Selahattin Demirtaş’a oy vermeniz mümkündür. Demirtaş ilk adayınızdır, vermeyi düşünebileceğiniz bir adayınız daha olabilir.
Herkesin oy verme gerekçesi farklıdır ama hepsinde bir “beğenme” vardır.
AK Partiliyseniz veya AK Partiye sıcaksanız, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sizin Adayınız olması kuvvetle muhtemeldir ve bu ilk adayınızdır, ikincisini de kafanızda kurgulamanız pekâlâ mümkündür.
Ama CHP’liyseniz, MHP’liyseniz veya bu iki partiye destek veren üç partiden biriyseniz durumunuz biraz değişik…
Ya bu iki adaydan birisine oy vereceksiniz ya da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “uzuuuuuuunnnn” araştırmalar sonra keşfettiği ama adını ve soyadını bir türlü söyleyemediği Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vereceksiniz…
İki adaya oy verme gerekçenizi herkese izah edebileceğiniz gibi, kendinize de izah edersiniz.
Lider olarak görüyorsunuz, seviyorsunuz, beğeniyorsunuz, falan filan…
Ama İhsanoğlu’nda bunu yapamayacaksınız…
Çünkü, aslında bu ismi “kimin önerdiği/dayattığını” size kimse söylemeyecek…
İki partiden bir aday çıkmamasını da size açıklayamayacaklar…
CHP’li oy verirken, “bizim fikrimizi taşıyor” diye oy veremeyecek, liderimiz de diyemeyecekler, adayımız da…
MHP’liler de aynısını yapacak; ne bizim gibi düşünüyor diyecekler, ne liderimiz diyecekler, ne davamıza hizmeti var diye övünecekler…
Diğer partiler de öyle…
Zor bir durum tabii, kabul ediyorum…
Tweetimden seçmeler
Resmi iftarlara katılmama kararımı bu yıl da sürdürdüğümden, davet eden dostların alınganlık göstermemesini bekliyorum.