Yaşantımız boyunca birçok olumsuz ve olumlu olayla karşı karşıya kalırız. Bizi derinden etkileyen bu olaylar karşısında, kimi zaman hüzünleniyor, kimi zaman gururlanıyoruz. Öyle olaylar içerisine giriyoruz ki kimi zaman susuyor, kimi zaman bağırıyor, çağırıyor, küfrediyor, beddualar ediyor; kimi zaman da gözlerimiz konuşmaya başlıyor, söyleyemediğimiz birçok şeyi içerimize, yüreğimize akıtıyoruz. Kimi zaman duygu ve düşüncelerimizi anlatmada gözlerimiz bile çaresiz kalıyor. Hissettiklerimizi söyleyememekle bir başımıza kalıyoruz. Olanların acı ve ıstırabıyla yüreğimiz paramparça oluyor, olan acıyı anlatmaya ne dilimiz ne de gözlerimiz yetiyor. Ne diyeceğimizi, nasıl bakacağımızı bilmeyiz/bilemeyiz.
Yüreğimiz içten içe burkulur, kıvranır, sıkılır. Ne ağlayabiliriz, ne söyleyebiliriz, ne bağırabiliriz ve ne de susabiliriz.
Yüreğimizde dinmesi mümkün olmayan fırtınalar kopar, içinde volkanlar patlar, ancak bir an da susar, susmak zorunda kalırız. Ne yaparsanız yapın, ya kendinizi kırar, dökersiniz ya da karşınızdakini… Çoğu kez sessiz kalmayı seçersiniz, işte o zaman da gözlerden akması gereken yaşlar yüreğinize akar, sessiz feryat-figan eder, bağırırsınız; ama sesiniz duyulmaz, herkes kör, herkes sağır olmuş gibidir.
Birçok olaya şahit olursunuz, söylemek, haykırmak istersiniz, o zaman da çevresel, toplumsal birçok faktör; töre, gelenek, görenek, gurur, nefis, dini ve ahlâkî birçok nedenden dolayı susmak, söylememek zorunda kalırsın, bırakılırsınız. Bazen gördükleriniz ve söylemek istedikleriniz dilinin ucuna gelir, kendini savunmaya kalkarsınız; saygısızlık olacağını düşünerek, diline ve gözlerine gem vurmaya çalışırsınız.
Şaşarsınız, şaşırırsınız, şaşırtırsınız. Ondan sonra da tabi ki olan sana olur ve sinir, stres, sıkıntı, basar; psikolojik, fizyolojik ve ruhsal bir takım sıkıntılara duçar olursunuz. Sonrasında hasret, üzüntü, keder, kahır, kaygı düşünürsünüz, düşüncelere dalarsınız, ah-vah edersiniz; ama nafile! Hiçbir şey kar etmez artık.
Kabul etmez, kabullenemezsiniz yapılanları. Olumlu, olumsuz sayısız çılgınlıklar gelir aklınıza. Başınızdan aşığı kaynar sular dökülür. Ateş basar vücudunuzun her zerresini, bıçak gibi saplanır yüreğinize…Yaralasalar bile kanın damla akmaz olur. Kısır bir döngü içerisinde dolanır durusunuz. Karanlık dehlizlerde gezersiniz, gezersiniz de bir türlü çıkışı bulamaz, ışığı ulaşamazsınız. Her geçen dakika, saniye daha çok karanlıklara gömülürsünüz. Tam çıkışı bulduğunuzu düşündüğünüz bir an da, gizli, görünmez bir yerden, bir el seni yakalar ve aşağılara doğru var gücüyle çeker, direnemezsiniz, çırpındıkça, çabaladıkça daha çok dibe doğru batarsınız. Umutsuzluk, çaresizlik, tükenmişlik baş gösterir.
Bir şeylere karar vermeniz gerekir. Artık ya ölüsünüzdür ya da diri. İlerlemesi zor bir çizgide iyi hesaplamalar yapmanız gerekir. Ya yaşayacaksınız ya da öleceksiniz. Ya hayata bağlanacaksınız ya da her şeyden vazgeçip kendinizi yokluğun, hiçliğin pençesine bırakacaksınız.
Anlayacağınız, çok seçenekli bir arenada dolanıp duruyoruz. İlla ki bazı şeylere karar vermek zorunda kalıyorsunuz; ama iyi, ama kötü; ama yanlış, ama doğru,; ama kendi isteğinizle, ama zorlanarak…
Haydi karar verin bakalım, ne kadar iradenize ve ne kadar inancınıza sahipsiniz ve inancınızın gereklerini ne kadar yerine getirebiliyorsunuz?
Düşünün ,düşünün , hem de çokkkkkça düşünün!
Kerim BAYDAK
kbaydak61-artan@hotmail.com