Bir önceki yazımızda “Küresel yıldırma” tanımını ; “Güçlü ülke ya da ülkelerin, güçsüz ülke ya da ülkelere diz çöktürmek ya da sömürmek amacıyla, küresel yıldırma politikalarıyla belirli bir süre ve sistematik biçimde her türlü baskıyı uygulayarak; yıldırma, pasifize etme (yalnızlaştırma) ve zarar verici operasyon veya uygulamalarla ele geçirme ya da saf dışı etme eylemidir” diye yapmıştık. Aynı zamanda küresel yıldırmada kast edilen “belirli bir süre” kimi zaman günler, kimi zaman da aylar hatta yıllar sürebilmektedir. Sürenin uzaması veya kısalığı sonuç alma ile ilişkili olmaktadır diye açıklamıştık.
Geniş arazi, genç nüfus, petrol, maden yatakları gibi zenginliklere rağmen Afrika ülkelerinin tamamına yakını ile dünyanın pek çok bölgesinde sömürgecilik nedeniyle açlık sürmektedir. En temel ihtiyaç olan temiz su, beslenme, giyinme, barınma, eğitim ve sağlık gibi imkânları dahi yok denecek durumdadır. BM verilerine göre Dünya’da 800 milyon insan, açlık ile karşı karşıyadır. Demokrasi adı altında Vietnam, Afganistan, Irak, Ruanda, Mali, Cezayir, Kamboçya, Japonya’ya yapılanlar bilinmektedir. Cici “Arap Baharı” ile Mısır, Libya, Sudan, Suriye, Yemen, gibi pek çok devlet talan edilirken iş başına ise, kendi sözlerinden çıkmayacak kukla rejim ve yönetimler getirilmiş, bunlar aracılığı ile halk yağmalanırken yönetime getirilenler de diyetlerini ödemiş ve ödemeye devam etmektedirler.
Türkiye’nin güçlenmesine paralel olarak iç ve dışta atmış olduğu adımlar, bazı küresel oyunları bozmasının yansımaları sonucu payına düşeni almış ve almaktadır. Uluslararası hukukta haklı olduğu konularda dahi küresel güçlerin çeşitli yıldırma davranışlarıyla karşılaştığı görülmektedir. Özellikle son zamanlarda Türkiye, “Mavi Vatan” doktrini ile Yunanistan, Fransa, ABD gibi ülkeler başta olmak üzere karşı çıkan herkese meydan okuyarak küresel yıldırmaya boyun eğmeyeceğini her ortamda ilgili ülkelere ve Dünya’ya sözlü ve fiili olarak göstermektedir. Uluslararası hukuka göre adalarda asker ve silah bulundurmaması gereken Yunanistan’a göz yumulmakla kalmayıp açıktan siyasi ve askeri olmak üzere her türlü destek de verilmektedir.
Yaklaşık 30 yıldır Azerbaycan’a öz yurdu olan Karabağ, Ermenistan tarafından işgal edilirken, Hocalı’ da binlerce çocuk, kadın, yaşlı, sivil ve asker ayrımı yapmaksızın insanlık dışı yöntemlerle katledilmiştir. BM işgal kararlarına rağmen, Fransa, Rusya, ABD ve Dünya’daki Ermeni Diasporası başta olmak üzere birçok ülke küresel yıldırma yöntemi ile Ermenistan’ı haklı, Azerbaycan’ı haksız göstermiş ve göstermeye de devam etmektedir. Bugün Güçlenen ve gelişen askeri gücü ve Türkiye’nin de desteğiyle Azerbaycan, hakkı olan toprakları almaya çalışmakta ve bunu da başaracaktır. ABD, Rusya ve Batı, “taşları bağlayıp, itleri salmışlar” atasözünü akla getirircesine tehdit ve ambargo kozuyla küresel yıldırma politikalarını devreye alıp, Azerbaycan ve Türkiye’yi yıldırarak durdurmaya çalışmaktadır.
Dünya’da herkesin bildiği üzere İsrail, alenen Filistinlilere yönelik katliam yapmış, topraklarını işgal etmiş ve bu eylemlerini sürdürmeye de devam etmektedir. Öyle ki; 1967 haritası ile bugünkü harita kıyaslandığında İsrail, neredeyse Filistin’e ait toprakların tamamını işgal etmiş durumdadır. Filistinliler kendi ülkelerinde daracık bir bölgede İsrail’in hegemonyasında esir hayatı yaşamaya mahkûm edilmektedir. Uluslararası hukuk, evrensel insan hakları gibi kavramları Türkiye ve birkaç ülke hariç olmak üzere hatırlayan veya dile getiren olamamaktadır. ABD tarafından Sudan, BAE, Suudi Arabistan, Bahreyn, Umman gibi ülkelerin İsrail ile yakınlaşması ve anlaşması karşılığında terörü destekleyenler listesinden çıkarılacakları söylemi ise oldukça manidardır. Nasıl bir çelişkidir ki, listeyi yapan, terör suçu işleyen, sömürgecilik yapan, listeden çıkaran ve her nasılsa demokrasi ve insan hakları savunucuları da aynı hegemonlardır! Bu durum, küresel yıldırma’nın yapılma biçimi ile ilgili çarpıcı örneklerdendir.
Fransız İşçi Hareketlerinde hak savunuculuğu yapanlara Fransız polisinin orantısız güç kullanımı, ABD’de bir Afro-Amerikalının polis tarafından öldürülmesi sonrasında çıkan halk hareketleri ve sonucunda benzer çok sayıda şiddet ve öldürme olayları sıradanlaştırılarak önemsizleştirilmesi, demokrasi ve insan hakları kavramları ile açıklanabilmektedir! Rusya’nın Kafkasya’da, Hindistan’ın Keşmir’de, Çin’in de Uygur Türklerini asimile etme faaliyetleri ve esir kamplarındaki insanlık dışı muameleye tabi tutulmaları ise; ırkçılık ve diktatörlüğün bariz ve katı örneklerindendir.
Dünya’ya sözde insan hakları ve demokrasi götürenler, ülkelerindeki beyaz olmayanlara ayrımcılık uygulamakta ve kimi zaman insan yerine dahi konulmamaktadır. Ten rengi, etnik kökeni veya farklı dine mensup olanlara eşit vatandaşlık ve insan hakkı çok görülmekte, nefret söylemleri ile potansiyel suçlu muamelesi yapılmaktadır. Buna karşın kendileri dışındaki ülkelerde kargaşalar çıkartıp, diğer tarafta orantısız güç kullanmayın demeçleri ise büyük bir çelişkidir. Ellerindeki kıtalararası füze, nükleer, biyolojik vb. silah gücü, medya, sosyal medya, film endüstrisi, ekonomi, dinsel birliktelikler gibi her türlü imkân ve güçleri kullanarak haksızı haklı, haklıyı haksız göstermek, küresel yıldırma ile sıradan işler haline gelmiş ve gelmeye de devam etmektedir.
Sözde insan hakları savunucuları, Afrika başta olmak üzere Dünya’nın pek çok yerinde kurdukları sömürge düzeni ile zenginliklerini arttırmaya devam etmektedir. Menfaatleri sarsılan sömürgeci ve soy kırım yapan Fransa ve diğer hegemon ülkeler, “siz sömürgecisiniz” diyen Türkiye’ye “suç bastırma” yöntemini kullanarak saldırmaktadırlar. Fransa, İslam Dinine ve kutsal değerlerine saldırıyı teşvik etmekte ve bunu devlet politikası haline getirmektedir. Fransa, Hollanda, Almanya, Myanmar gibi pek çok ülkede ırkçılık, dini inanç ayrımcılıkları ve yaşam tarzına müdahale, sıradanlaşmış durumdadır. Uluslararası hukuk, evrensel insan hakları, din ve vicdan özgürlüğü, haberleşme ve basın özgürlüğü gibi haklar söz konusu kendi zulümleri olunca, rafa kalkabilmektedir.
Hegemon devletler, haksızlıklarını haykıran hiç kimseyi istemediği gibi küresel yıldırma ile de itibarsızlaştırma, etkisizleştirme, devşirmeleri harekete geçirme, ekonomik ambargo ve terör eylemlerini devreye sokmaktan kaçınmaz ve bunu her daim kullanır. Riski az görmeleri halinde suikast ve fiili müdahale gibi yöntemleri kullanmaktan da geri durmazlar. Bu duruma örnek verebileceğimiz dünya’ da en çarpıcı ülke ise Türkiye’dir. Emperyalist güçler tarafından vekâlet savaşları için kurulup beslenen; ASALA, PKK, DHKPC, TİKKO, FETÖ, DAEŞ gibi pek çok örgüt ile yıllardır diz çöktürülmeye çalışılmaktadır. G20 ülkeleri arasında yer alan, siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda güçlenmeye başlayan Türkiye’ye zarar verilmekle birlikte istedikleri sonucu elde etmeleri ise mümkün görünmemektedir. Türkiye’nin “Dünya beşten büyüktür” söylemi kimi ülkeleri uyandırması nedeniyle hegemon devletleri rahatsız etmektedir. Hegemon devletlerin “yaptım oldu” ya da “dediğimi yapacaksınız yoksa” gibi tehditleri boşa çıkartıldığında ise, iç devşirmeler ve kendilerine biat eden önceden yerleştirmiş oldukları ile saldırıları başlamaktadır.
Türkiye başta olmak üzere, gelişmekte olan ve diğer ülkeler içlerinde birlik ve beraberliği sağladıkça ve tüm paydaşları ile dayanışma içinde olduğunda “hegemon devletlerin küresel yıldırma politikaları” da etkisizleştirilmiş olacaktır.
İsmail AKGÜN
(MEYAD Genel Başkanı)
Prof. Dr. Nermin GÜRHAN
(MEYAD Genel Başkan Yrd.)