Çöktüm dizlerimin üzerine, bazen de dimdik ayakta; ama her durumda başım yukarda. Nasıl da yalvardım, “ Lütfen Tanrım lütfen! “ diye gerisini getiremeden. Bazen de sıraladım durdum tövbeleri, neyse o an kurtulmak istediklerim.
“Bir daha yapmayacağım, söz.” dedim küçük avuçlarımı açarak. Sonra büyüdü o avuçlar büyüyebildiği kadar. Bazen ojeli, bakımlı tırnaklarla süslü; bazen de sinirden etleri yenilmiş perişan parmaklı ellerin avuçları, hep af dilemek için açıldı Tanrı’ ya. Hatta sunak olarak kullandı bedenini. Her seferinde bir parça. Yok etti yavaş yavaş kendisine ait ne varsa.
Lekeli,damarlı ellerini kaldırıyor Tanrı’ dan af dilerken. Dün de öyle oldu. Yorgunluk, kızgınlık, korku derken, müthiş bir baş ağrısı tuttu. Beyni çatladı çatlayacak. “ Beni hastaneye yetiştirin.” demek geçti içinden. Fakat bir ellerine düşerse çevresindekilerin; “ Demedik mi biz sana.” İle başlayacaklar, onu dört duvar arasına tıkacaklardı.
Açtı yine avuçlarını Tanrı’ ya:
- Lütfen, tamam yaşımla barışmayıp çok şey istiyorum senden. Fakat ben dağlara çıkmazsam ölürüm zaten. Lütfen, sadece kendimi sağ salim eve atabilmeme izin ver. Yeter ki baş başa kalabilelim senle. Lütfen!