Hocanın söylediğini yap, yaptığını yapma!

Abone Ol

            Yazının başlığına aldığım eski bir deyimimiz olan “Hocanın söylediğini yap, yaptığını yapma!” sözü, aslında bilgi sahibi olup, amel etmeyen hocaları göz önüne alarak söylenmiş güzel bir sözümüzdür.

Hoca” lafını biz farklı meslekler için de kullanabiliriz.
Hatta bizzat bilginin kaynağı sayılan üniversiteler için…
Özgür düşünmenin merkezi olarak da bilinen üniversiteler, yıllar yılı bize farklı anlatıldı, uygulama ise farklı şekilde ortaya çıktı.
Bunun en belirgin olanıysa “özgürlükle” alakalı olandı ve ona bağlı olarak da demokrasi anlayışı, hukukun üstünlüğü ve farklı fikirlere tahammüldü.
Öğrencilere okutulan derslerde güzel şeyler söyleniyordu ama hocaların yaptığı, söyledikleriyle yüzde yüz tezattı.
Belki arada söylediğiyle yaşam şekli uyuşan hocalar elbet vardı ama nedense bunların sesi ya çok az çıkıyor, ya da antidemokratik dönemlerde kapı dışına itildiklerinden gündem dışı kalıyordu.
Özellikle özgürlük, üniversiteler için olmazsa olmazdı…
Öyle söylüyorlardı…
Ama yapılanması bile kışlayı andırır acayip bir kurumdu.
Emir komuta zinciri, hiçbir devlet kurumunda veya özel sektörde eşine rastlanmazdı.
Bunu özgür olmalarına bağlamıştık ama değilmiş…
Özellikle aynı düşünce yapısında olan rektörlerin görüşüne ters olan iktidarlar da bunu daha belirgin bir şekilde gördük.
O zaman çobanın oyu daha çok gündeme geldi.
O zaman halkın seçmeyi bilmediği dillendirildi.
O zaman demokrasinin çoğunluğun tercihine göre belirlenme bölümü tartışıldı.
O zaman cumhuriyetle demokrasi arasında derin bir uçurum olduğu anlatılmaya başlandı.
Ama rektörlerin dünya görüşüyle iktidarın dünya görüşü örtüştüğü zaman, her şey tersine dönebiliyordu.
Çoban iyi oy kullanıyordu.
Göbeğini kaşıyana rastlanmıyordu.
Halk, seçim sandığıyla iradesini ortaya koyabiliyordu.
Demokrasinin güzellikleri daha çok gündeme geliyor, iktidarda temsil edilmeyenlerin ne düşündüğü ise asla umursanmıyordu.
İşte o zaman demokrasiyle cumhuriyetin bir birinin olmazsa olmazı olduğunu öğreniyordu.
İki farklı dünyaydı sanki üniversiteler…
Kendi istedikleri işbaşına geldiğinde, her şey süt limandı…
Tozpembe bir hayat vardı, lay lay lom eğlenebilirdik…
Ama aksi olduğunda cumhuriyeti koruma ve kollama görevini anında devralabiliyorlardı.
Cumhuriyet, onların dünya görüşüydü.
Halk, demokrasinin bir çeşnisiydi ve yemeğin ana malzemesi, kendi dünya görüşleriydi…
Bütün bunlar uygulamadaydı ama söyledikleri böyle değildi.
Her yıl binlerce öğrenci mezun eder, bilgiyle donatır gönderirlerdi.
Demokrasiden, halkın iradesinden, tek karar vericinin millet olduğundan, adaletten, haktan, hukuktan bahsederlerdi.
Sonra “yüzde 95’le gelseniz dahi, sizi iktidar etmeyiz” efelenmeleri başladı.
Cumhuriyet mitingleri düzenlendi…
Ordu göreve çağrıldı.
Hem de çocuklar gibi eline pankart alan ve yüzleri asla kızarmayan koca koca profesör unvanlı rektörlerdi bunlar.
İnanması güç ama özgürlüğün merkezinde, demokrasinin en iyi algılandığı eğitim kurumunda “darbeye davetiye” yollanıyordu. Hem de telli mektupla değil, postayla değil, davetiyeyle değil, bizzat, cüppeleriyle birlikte.
Oysa o cüppenin ve orada verilen bilgilerin bir namusu olmalıydı.
Fikir namussuzluğundan daha kötüsü olamazdı.
Olması gerektiğini değil, kendi yaşam şeklini dayatmaydı, gerçekleri gizleme, halkın geleceğini karartma adına kaos oluşturmaydı…
O günler geride kaldı…
Dün, 19 üniversitenin rektörü, aldıkları bilgiyi, edindikleri tecrübeyi ve okuttukları dersin gereğini yaparak Mısır’da meydana gelen darbeyi lanetledi, katliamlara sert çıktılar.
Özgürlüğün merkezine yakışandı bu; fikrin namusunu korumaydı…
Artık, hocanın söylediğini de, yaptığını da yapabilir, demokrat olabilirdik…
 
Tweetimden seçmeler
(Baltaların alınmasına gerek yok) Ülkeler, kentler.. ne çektiysek, sapı bizden olan baltalardan çektik. O saplar kırılmalı, rahata ermeli…
www.naifkrabatak.net