Ankara’da ikamet eden ve önceki yıllarda Başbakanlık Engelliler İdaresi Başkanlığı görevinde de bulunan duyarlı hemşehrimiz Abdullah GÜVEN’in, yukarıdaki başlıkla kaleme alıp yayınlanması için gönderdiği yazıyı okuyunca, ilk etapta bu köşede konuk etmenin daha uygun olacağını düşündüm. Dileğim, bundan sonra da yazmayı sürdürerek engin birikiminin gazetemizde kendisi adına açılacak bir köşede devam ettirilmesidir.
Koronavirüs salgını nedeniyle içerisinden geçmekte olduğumuz çoğunlukla gönüllü “Ev hapsi!” ile geçirdiğimiz bu süreçte, kendileri ve toplum sağlığını koruma amacıyla 65 yaş ve üstü ile kronik rahatsızlığı olan vatandaşlara sokağa çıkma yasağının getirilmesi üzerine bazı “densiz”lerin dışarıda rastladıkları yaşlı insanlara kibarca tavsiyede bulunmak veya ilgili makamlara iletmek yerine, kısmen sonradan nedamet duymuş olsalar da maalesef “dalga geçtikleri”ne dair görüntülerini dijital platformlarda izledikçe Güven’in, yerinde bir konuya el attığını anladım.
Hemen şunu belirteyim ki, yazıda “kök” sözcüğüne ayraç konulmasının nedeninin, yalnızca bu yazıya özgü verilen özel önem ve vurgu olduğuna inandım.
İşte Abdullah GÜVEN’in yazısı:
“Bu günlerde koronavirüs ve düşündürdükleri üzerine çok şey yazıldı ve söylendi. Benim kaleme uzanmamın sebebi ise, bu süreçte gençlerimizi ve geleceğimizi şekillendirecek olan kök’lerimiz oldu.
Kök’ler elbette önemli, ancak daha da önemlisi, baharı yada hüsranı getirecek olan kök’lerimizi ne ile beslediğimizdir. Huda, hakikat suyu ile mi, yani kadim kültür ve inanç değerlerimiz ile mi? Yoksa kokuşmuş, mimsiz medeniyet diye bilinen gayrı insani heva ve heveslerimiz ile mi?
Tohum, doğru sulanırsa kök salar, dal budak olur, çiçekler açar, tohuma durur. Aksi halde bahar yerine hüsrana durur…
Gençler; sizler rengârenk açmış baharımızsınız, kök’lerimiz ise bugün çoğu 65 yaş üstü dede, nene, baba, anne, teyze, dayı, hala veyaamca dediklerimiz… Bu cefakâr kök’ler, sizler rengârenk çiçekler misali açılıp baharı getiresiniz diye kışın geldiler, karanlık ve soğukta çok cefa gördüler.
Kıtlık, yokluk, yoksunluk gördüler, bulabildikleri bir lokmayı bazen gardaşı, bazende hiç tanımadığı birisi ile paylaştılar. Çürümediler,aksine toprağın altında dal budak saldılar. Vatan deyip, anadan-yardan geçip her cepheye koştular. Çanakkale’yi geçilmez kılan babaları gibi namerde geçit vermediler…
İdealleri vardı; uğruna vuruldular kimi zaman sokak ortasında, kimi zaman mahpusa düştüler, soğuk demirlerin arkasında üşüdüler. Üstlerini örtecek anneleri olmadı yanlarında… Kalemini kıran hâkime, darağacına götüren cellada tebessüm ettiler mertçe… Şehadet getirmezden önce son sözlerini söyledi kimisi; ”Vatan sağ olsun!...”
Varlık yokken, yokluk varken çıktılar yola; kimi okumak, kimi çalışmak, kimide hem çalışmak hem de okumak için… Yokluk ve yoksunlukla birlikte gurbeti çektiler içlerine, nefes nefes…
Her zorluğa dayanmaya ve kendileri aç iken sizleri tok tutmaya programlanmıştı bu nesil… Çünkü sizleri, nesli atiyi bekliyordu. İçi ağlarken yüzü gülüyordu, çünkü sen gelecektin, erdemin ve ahlakın temsilcisi olarak…
Geceleri ağlarken gündüzleri gülüyordu, çünkü sen gelecektin…
Gelecek, baharı getirecek, yetime, yoksula ve mazluma gülmeyi öğretecektin…
Bu neslin kimi hayat mektebini okumuş bilge,zanaatkâr, kimi memleketten yardan cüda yanık tenli işçi, kimi işten çıkıp mektep yokuşunda nefes nefese koşan öğrenci, kimi ise evinin önünde yârini bekleyen al yazmalı yeni gelin idiler…
Gayrı meşru his ve hevesler peşinde olmadılar, Hakk’a ve hakikate tabi oldular.
Ey beklenen nesil, nesli ati; korona illeti ile hepimizin yeni bir sınavdan geçtiği bu süreçte size yakışan bu cefakâr ceddimize gereken saygıyı göstermektir.
Bizi utandıran utanmazlar, nazarımızda sui misaldir.
Sui misal ise emsal olamaz…”
Yazı burada bitiyor.
Tabii ki dileyenler görüşlerini yazarın, abdullahguven02@gmail.com adresine de iletebilir.
Yüreğinize sağlık sayın Güven, arkası geleğen ola!...
Mustafa Işıldak 30.03.2020
m.isildak02@gmail.com 0532-422 95 28