(madem karpuz mevsimidir memlekette, madem seçim meçim haberlerinden gına gelmiştir size. Çok çok yıllar önce resimde gördüğünüz bu köyde bire bir yaşadığım bir yaşam hikayesi. Beş dakika vaktiniz olduğunda söyleyin hemen başlayalım. İyi okumalar…)
KARPUZ BEKÇİSİ
Güneş'in ilk ışıkları vurduğunda O bereketli topraklara, Seyhan Irmağının kollarında uyuyan şehir, Yeni ve sıcak bir güne daha uyanırdı. hasat mevsiminde,Trenler otobüsler en çokta, üstü açık kamyonlar, günün her saatinde, Yeni Irgat kafileleri bırakırdı bu tarım kentine. Taşköprü civarındaki bu eski Adana semti, İş ve işçi bulma kurumu görevini yapan gayri resmi bir insan mezatıdır... Urfa'dan Adıyaman'dan gelen tarım işçilerinin ilk uğrak yeridir köylü kahvesi. Hayat'ın renkleri burda birleşir. Ağalar İşçiler Şırdancılar Tatlıcılar içilen çaylar bölüşülen simitler, Zaman zaman da küfürlü kavgalar olur. havada uçuşan sandalye ve kürsülere tanıklık eder bu mekan. Sabah saatlerindeki hareketlilik, Öğleden sonra yerini sıcak bir sakinliğe bırakır. İşçiler umutlarını yeni bir sabaha devrederken,Yüreğir'den Karşıyaka'ya geçer, Taşköprü ayağında sakin bir bank'a oturur, saatlerce seyhan'la hasbihal ederim. seyhan dediysem okuldan kız arkadaşım sanmayın! Hem kendi kendine konuşmaktansa, Bir ırmak ile konuşmak daha iyidir. Hem ırmaklar da insan gibidir, Mesela Fırat ne kadar deli doluysa, Seyhan o kadar sakindir. Maraba'nın ağa seçme şansı yoktur Ağa arabasıyla yanaşır kalabalığın kıyısına, Ve "bana beş adam lazım" Manavdan karpuz seçer gibi, sen sen sen, Atlayın arabaya, Der. arabaya atlayanların keyfine diyecek yok Kalanlar ise başka bir ağa'nın gelmesini umutla umutsuzluk arasında beklemeye devam eder küçüksaat caddesinin ara sokaklarında. Köylü kahvesinin önünde üçüncü günüm. Hem param, Hem umudum tükenmek üzere giyim kuşamından ağa mı, Irgat mı belli olmayan, kısa boylu, çelimsiz, orta yaşlı bir adam geliyor. hızlı adımlarla önüne dikilip, şansımı deniyorum. "Ağa'm işçi mi lazım" Diyorum. yürümeye devam ederek,Yüzüme bakmadan,Gayri ciddi öylesine; "Ne iş yaparsın xırpo " Diyor "İş ayırmam/ her iş başımın tacıdır " Diyorum. Biraz daha ciddiye alır gibi soruyor bu sefer; "Karpuz bekçiliği, Ama Issız bir köy korkmaz mısın" Diyor. "Korkmam Ağa'm " "Adın nedir senin" Diyor. "Köyde Cımo Derler, Şehirde Cumali" "Benim de adım İsmet. Herkes noni İsmet’’ Der Noni ismet önde ben arkada, biraz yürüyoruz. Ara sokakta, düşük model, Kırmızı renkli, külüstür bir kamyonet. Kontağı çeviriyor bir kaç kez, marş basmıyor. Kaldırımdaki el arabasında şalgam içen şalvarlı gençlerden,İkisi yanlardan, İkisi arkadan biraz ittikten sonra çalışıyor kamyonet. Sol kolunu camdan çıkarıp, gençler'e teşekkür ederken, diğer yandan "Hay senin gibi ecnebi makinasının da, Seni satanın da, alanın da.. gelmişine geçmişine Sövüp saymaya devam ediyor bir süre. Yarbaşı, Meymandar, Solaklı derken, Bebeli'de duruyoruz . Noni İsmet karısıyla tekir yaylası'nda olduğu için, ablasının evinden bir kaç günlük yiyecekle birlikte, kenarda köşede, dirgen yaba çalı ağaç ne varsa tarlanın başına yığıp; Dört direk üzerine derme çatma Kıbrıs manzaralı bir hol yaptığımızda gün ağarmak üzereydi. noni ismet; eyvallah diyerek, Tekir yaylasına döndü. Ben'de bismillah deyip başladım ömrümün en zor, ömrümün ilk maaşlı işine... Su gibi akıp gitti zaman. Karpuzlar büyüdü bir kaç gün sonra hasat mevsimi hayırlısıyla. bir akşam durup dururken, sebepsiz uykum kaçmış gece boyu uyuyamamışım. sabaha karşı dalmışım. Uyandığımda Fatma kadının hayvan sürüsü karpuz tarlasının orta yerini çoktan geçmiş. hemen ilerdeki Urfalı Şehmus'u çağırdım. İneklerin yaraladığı karpuzları toprağa gömdük. Talihsizlik ya. Tekir yaylası'nda olan Noni ismet o gün şehre inerken,İki karpuz komisyoncusuyla tarlaya geldi.tam'da ineklerin girdiği noktadan başladılar bakmaya. Köyün merasını ektiği için karpuzlar diğer tarlalara göre küçük ve kalitesizdi. Komisyonculardan biri; "Sanki hayvanlar girmiş"Dedi. Sonra, "bakmaya değmez" diyerek, çekip gittiler. Morali bozulan, Noni ismetle baş başa kalınca, Bir tokat attı bana, "Bir bardak gibi çalkalandı başımda dünya" Bir süre Adana'ya doğru ben kaçtım, Noni İsmet kovaladı. biraz ötede koşu'ya Urfalı Şehmus'ta katıldı. Urfalı Şehmus; az konuşan,Cesur müdanasız biriydi. Gabardin şalvarı, Boyunda poşusu, Ve her zaman ellinde eksik etmediği oltu taşlı tesbihini sallayarak, "Bana bak ağa" Dedi. "Son sözümü en önce söylerem" bilesen. Bu garibin hakını verip,Sağ salim sabah minübüsüyle göndermezsen, "Kapında bela olur, Bebeli'yi başına yıkaram" diyerek bekçilik yaptığı tarlaya doğru gitti. Noni ismetle köye vardığımızda,güneş Karataş'a çoktan veda etmişti. Noni ismet bir ara ortalıkta kaybolduktan sonra geri geldi. Komşularından borç aldığı paralarla, maaş'ımı verdiğinde yatsı vaktiydi. "Al ama, hayrını görme" Deyip gitti. Ev sahibesi bana gri renkli iki boş pamuk harar verdi. Birini döşek, diğerini yorgan yaptım. Ve uzandım sokağın başındaki, portakal ağacının altına. karşımdaki siyah beyaz bir sokak kedisi uzun bir süre beni süzüp durdu. kendine ait sokaklarda bir insanın yatmasına anlam veremedi bir türlü. portakal ağacındaki kuşun kakası alnımın tam ortasında patladı. gece birbirini kovalayan köpekler ayak uçlarıma basıp geçti bir süre. sağa sola dönerken,İneklerden biri çitlerden kafasını çıkarıp kolumu yaladı İneğini kafasını İterek "Ulan şeyini şey ettiğim inekleri zaten ne geldiyse başıma, sizin yüzünüzden geldi"diyerek sitem ettim kaderin kara yazısına... Topkapı otogarına indiğimde ince bir yaz yağmuru yağıyordu İstanbul'a. kan ter içinde, zor bela buldum hamal mahmud'un verdiği adresi. Adres doğru, Adrestekiler yabancıydı.aşina bir yüz bulmak için Şener Şen gibi, bir o yana, bir bu yana koştum rıza paşa yokuşunda, koskoca bir kentin ortasında Yine kimsesiz yine umutsuz kalmıştım geriye yapacak tek bir şık kalıyordu, Adıyaman'a bir bilet almak. uzun çarşıdan tahtakale'ye inerken, gözlerim bir bağlama dükkanına takıldı. Siz hatırlamazsınız şimdi. hani köyde kızlar;"sesin çok güzel, biraz yürüsen, kimse tutamaz seni" Demişlerdi ya. ben'de gaza gelip, Noni İsmet'in: al ama hayrını görme"dediği ilk bağımsız işçi maaşımla, bir bağlama alıp İstanbul'a merhaba dememle, veda etmem aynı saatlere denk düşmüştü. bağlamayla köy'e döndüğümde, Lagin köyü kırsalında, Ömer amca ile karşılaştım. hoş beş ten sonra, "Bu sırtındaki ne la Cımo" Dedi. "Saz" Dedim. biraz durakladıktan sonra, kafasını iki yana sallayarak "Hala Hala" Dedi. Allah var! "bu gevende işi"Demedi ama, Biz "Kırvar Aşiretinin, Mıkri boyuyuz" Yaşım yetmiş, bizim sülale'de, bu sazı çalana hiç rastlamadım. Diyerek, orta şekerli bi yerdi beni . Sonra o Gergere, ben köye doğru kaldığım yerden devam ettim Yeşil bağlardan, sararmış ekin tarlalarından geçtim Elma değirmeninde çingenelerin kurduğu geçici siyah kıl çadırlardan türkü söyleyerek köye vardım. zayıf çelimsiz bir çocuktum, Ve saz, boyumdan büyüktü biraz. belki o bana, belki ben ona yakışmadım. Biraz daha soğudum bu "bağlama" mevzusundan Hem Yusuf abi'min sesi daha güzeldi.köye varınca; "Al abi sana hediyem olsun" Dedim. akşam olunca,çoluk çocuk, genç yaşlı oturduk Şarkın güneye bakan evimizin geniş eyvanına. Kaçak çay demledi ablam. hoş ettik, beş ettik. Ay'ın şavkı dağların tepesinden,nazlı nazlı yansıyıp durdu Fırat'ın sularına. Ben anlatım/ onlar dinledi...Bir ömür kadar uzun olan iki aylık baştan sona yaşanmış hayat hikayemi. Misafirler dağılınca, Annem;"oğlum gittiğine değdi mi bunca hasretlik, Hiç para kazandın mı"? Dedi. Gülümseyerek önce duvardaki saz'a, Sonra ceplerime baktım kala kala elime takılan tek demir beş lirayı odanın içinde, (Bi orta hakem atışı yaparak) "Aha da hepsi bu" Dedim. Önce gülüştük,sonra öyle bi sarıldık ki birbirimize sormayın! dünya, "dünya" olalı, öyle bir "Sarılmak" görmemişti...