Şehrin içinde yol alırken gözüm bir tabelaya ilişti:“ Kırık Tabak Lokantası” yazıyordu. Tabela dikkat çekiciydi ama derme çatma gecekondu şeklinde bir yığıntıyla özdeşleştiremedim. Acaba tabela başkasına mı ait derken, o yığıntının bir yerinde de aynı adı okuyunca gözüm onayladı. İçim ise bir türlü onaylamadı. Niye bu kadar zorlama? Orijinal olacağız diye niye bu kadar yırtınıyoruz? Yabancı isimler yetmezmiş gibi bir de Türkçeyle bu kadar uğraşmak niye?
Belki de benim akıl yürütmelerim yaratıcılığa engel. Kırık tabakla nasıl yemek servisi yapacaksın’ a takılmasam aslında çok güzel bir uyum var binayla ismi arasında, bina kırık dökük. Gel de bunu benim mükemmeliyetçi tarafıma anlat. Her şey kararınca, zamanında, güzelliği içinde barındıran uyum içerisinde olmazsa göz önünde bulunmamalıdır. Çirkinliğe yer yok. Okuduğum bir söz geldi aklıma: ‘’Yalnızca güzel kuşlar ötseydi orman çok sessiz olurdu.”
İşte benim dünyam da öyle sessizleşti. Bu iyi bir şey mi? Zaman gösterecek. İnsan olarak bu sessizlik belki kendi sesimi duymama yol açabilir zamanla diyorum. Bilmiyorum. Yazı benim için yeni bir alan. Sadece kendime odaklanarak yazmak istiyorum. Çok okuyorum. Çevremdekilerin geri bildirimlerini dinliyorum. Fakat ben sadece en son sözü kendim söylemek istiyorum. Çünkü bu hayat benim. O mükemmeliyetçi tarafıma takıldığım zaman, lazım hiç yazmayayım.
Zorlama olarak gördüğüm şey belki de hayatın ta kendisi. Yoksa zorlanmadan nasıl kırık hayatlarla yaşama servis yapacağız. Saça döke hepimiz payımıza düşeni alıyoruz, veriyoruz, yaşama katkıda bulunuyoruz. Yeter ki ağzımızın tadı yerinde olsun.
Bir de kırık kanatlar var, değil mi? Uçamazlar kanatları kırık olanlar. Ben onu kendimde yetersizlik gibi algılıyorum. Hâlbuki gidip kanadını kendi kırmıyor ki kuş ya da mecaz anlamda her kimse. Bunu her kim yaşıyorsa öyle ya da böyle bir güç var dışarıdan uygulanan. Niye o güç suçlanmıyor da ben suçlanıyorum. Bir sonraki adım onu da suçlamamak ise ne diye bu yaradılış olmuyor da kusur oluyor.
Hadi gelin lafı döndürüp dolaştırmayayım. Son zamanlarda yakın ilişkide bulunduğum kediler üzerinden gideyim yine. Biliyorum büyüklerin dünyasında pek yer yok bu tür sohbetlere. Çocuk kitabı yazmak gibi bir niyetim de şimdilik olmadığına göre, katlanacaksınız artık.
Sayıları kadar hepsinin yaradılışlarındaki farklar gün geçtikçe daha belirgin hale geliyor gözümde. İlk günden beri Siyah adlı kedi mama kaplarının hepsine tek tek yatıp resmen diğer kedileri taciz ediyor. Ben de onu sert bir şekilde tutup gözlerinin içine bakarak “ Hayır!” deyip sert bir şekilde kendi mama kabının yanına bırakıyorum. Yani ben de onu taciz ediyorum.
Bir de bu kedi çok sümüklü. Kaç tertip ilaç kullandım, geçmedi. Gözleri de akıyordu ama şükür gözleri tedaviye cevap verdi. İştahı, sağlığı yerinde olduğu için de fazla ilaca boğmak istemiyorum hayvanı. Tabii diğerlerine de bulaştıracak diye kaygılanmadan duramıyorum.
Sonra bana yapılmasını istemediğim şeyi ona da yapmamaya karar verdim geçenlerde. Şimdi müdahale etmemeye özen gösteriyorum. Yine mama faslı bitinceye kadar başlarında duruyorum. Gözlemliyorum. Onların yaradılışlarına saygı duyarak gerekli önlemleri almaya çalışıyorum. Kısacası onlar sabahları yataktan çıkma sebebim. Gözümü açar açmaz yaşamı ilk onlarla deneyimliyorum.
Bana da bazen yazmakla ilgili öneriler sunuluyor fakat kanat misali bu kadar uçabiliyorum. Bendeki malzeme de bu. Ayak direme mi, yoksa kendini içinde barındıran tutarlılık mı, kararlılık mı? Bilmem gerekmiyor.