Kitabın okul çağında ki çocuklar için gerekli olduğunu düşünürüz. Bu şekilde düşünen insan, hayli çoktur. Tam tersine, herkesin her an bir kitaba ihtiyacı vardır. Kitaplar, yeri gelir arkadaşınız, yeri geldiğinde sırdaşınız, yeri geldiğinde dini ve ahlâki temel bilgilerinizin kaynağı, yeri geldiğinde, geçmişe ya da hayal gücü sayesinde geleceğe bir yolculuk ve yol arkadaşı olarak görülür. Ufkumuzun, duygu ve düşüncelerimizin, dünyamıza küçücük bir pencereden bakarken, kitap sayesinde alabildiğince genişletebiliriz.
Bizler medeniyet olarak kitapla haşir-neşir olan bir milletiz. Kitaplar bizim temel ihtiyacımız ve yaşam kaynağımızdır. Kişiler hangi yaşta olurlarsa olsunlar, her şeyi bilmezler, bilemezler. Gerek çocuklarınıza yardım ve gerekse hafızamızı yenilemek amaçlı her şeyi hatırlayamayabiliriz. Okula giden çocuğumuza ev ödevlerinde yardımcı olmak için, tarih, coğrafya, matematik gibi ezber gerektiren ayrıntılar bize kitaplığın ve kütüphanenin önemini bir kez daha ortaya koyar. Bu yüzden hem bizim, hem de çocuklarımızın haşir-neşir olabileceği bir kitap ortamı hazırlamak gerekir. Evinde olmasa bile, soruların cevabını bulabileceği kütüphanelerden faydalanmayı öğretmeliyiz. Küçükken kazandırabilecek bu alışkanlıklarla, kitaplardan daha çok yararlanacağı unutulmamalıdır.
Naçizane Adana da geçen hayatımın ilkokul çağlarında okuma serüvenim, Teksas, Tommiks, Zagor, Tentenin mecaraları… gibi çizgi romanlarla başladı. Belki zararlıydı, ama okumayı onların sayesinde sevdim. Maddi durumumuz iyi olmamasından dolayı kitap alamıyordum. Okulumuzun karşısında kitap ve kırtasiyecilik yapan, aynı zamanda da sınıf öğretmenim olan Saim öğretmenimin (Allah rahmet eylesin) verdiği kitapları okuyordum. Okuduğum kitabı bitirip, sabırsızlıkla bana hangi kitabi vereceğini bekliyordum.
Ortaokula başladığımda, yine şansıma Tarzan lakabı (saçları Tarzan’a benzediğinden) adını verdiğimiz, Türkçe öğretmenim Mehmet Hoca sayesinde, ilk romanın olan “Kırmızı Küpeler” adındaki romanıyla okuma serüvenim devam etti. Öğretmenimizin ilgi çekici başka bir yanı da, elindeki ajandaya sürekli bir şeyler yazıyor olmasıydı. Bir ara merakımdan, sınıfta olmadığı bir an da açma girişiminde bulundum.
Okuduğu güzel bir söz, duyduğu bir söylem, anlatılan güzel deyiş/özdeyiş ve benzeri küçük anekdotları ajandasına yazmış. Kendisine söylemesem de gizliden gizliye kendisine imrenir ve merak eder olmuştum. O günden sonra kitabımın, defterimin boş yerlerine duyduğum ve öğrendiğim güzel olan her şeyi yazmaya başladım. Bazen, artık yazdıklarımdan kitabın yazılarını bile zor okuyordum. Artık kitap okumaya başlıyordum. Kiracısı olduğumuz evin sahibi, bir odasını bize vermemişti. Merak ediyordum, “acaba o odanın içinde ne var?” diye. Bazen gizlice anahtar deliğinden bakıyordum. Her şey darmadağındı, pek fazla bir şey seçilmiyordu. Annem ve babamın evde olmadığı bir günde, odaya girmeye karar vermiştim. O merakla yaşayamazdım. Bir şekilde kapıyı açınca, nemlenmiş kâğıt kokusuyla karşı karşıya geldim. Eşyadan çok kitap ve kâğıtlar vardı. Hem korktum, hem sevindim. Korktum, çünkü annemden, özellikle babamdan izinsiz odaya girdiğim için azar işitebilirdim. Seviniyordum, arada bir de olsa odaya girip istediği kitapları okuyabilecektim. Babamın haberi oldu, tabi azar işitmekten kurtulamadım. “Ev sahibi gelince söylememiz gerek” diye, özellikle tembihledi.
Hafta sonuydu, ev sahibi Apti bey geldi. İçeriye girer girmez, babam hemen durumu izah etti. Beklediğimiz tepkiyi almadık, bilakis güler yüzle karşıladı, Hayretler içerisinde kalmıştım, kalmıştık. “Gel bakalım benimle ”diyerek içeriye girdik. Tabi ben mahcup ve mahzun ve utangaç! “Sen okumayı seviyor musun?” dedi. “Hem de çok seviyorum” dedim. “Bak o zaman bu kapının anahtarını sana vereceğim, istediğin kitapları okuyacaksın, sonra yerine koyacaksın?” dedi. Rahatlamıştım, “tamam” dedim. “Sakın yırtma ve başkasına verme?” diye de tembihledi. Evet, artık kitaplarım çok olmuştu, istediğimi okuyordum.
Taşradan gelen birinin şivesiyle dalga geçenler, artık, düzgün konuşmama ve kendimi ifade etmeme hayretle karşılıyorlardı. Öğretmenim bile bende ki değişikliğin farkına varmıştı. Bu şekilde kitap alışkanlığı kazanmıştım. Meğerse ev sahibimiz bir öğretmenmiş, sonradan öğrendim.
Liseye başladığımda, o evden ayrılmıştım, bir yıl sonra da Adıyaman’a dönüş yaptık. Sınıfta kimse benim Adıyamanlı olduğuma inanmıyordu. Hem derslerim iyiydi, hem konuşmam düzgündü, hem görüntü olarak fark edilmiştim. Kazandığım o kitap okuma alışkanlığımı devam ettirmem gerekiyordu; ama kitaba verilecek param yoktu. Babam da fazla para veremiyordu. Ancak aldığım paranın yarısıyla yarım ekmek alıyor, yolda gidip gelerek - Çarşı-Okul arasında- yiyor, geri kalanına da kitapçıya giderek -tabiri caizse- taksitli kitap alıyordum.
Kütüphane alışkanlığım da o zaman başladı. Her hafta düzenli olarak kütüphanede kitap alışverişim oluyordu. Artık kütüphane müdavimlerindendim. Okul bitince, alışkanlıkta sona erdi sanki. Ekmek parası nafakamı kazanmak zorundaydım. İşle uğraşırken yoruluyordum ve kitap okumaya zaman kalmıyordu.
Şimdi, gençliğimle şu an ki gençleri kıyaslayınca, çok şanslı olduklarını düşünüyorum. Kitap bol, Kütüphane sıcak, her şey ellerinin altında, para-yani harçlıkta bol!.. Tabi kütüphane çalışanları da her türlü kolaylığı sağlayınca, artık gençlerin “ben okuyamıyorum!” bahaneleri geçersiz oluyor kanaatindeyim.
Özellikle Adıyaman Halk Kütüphanesi Müdüresi Filiz Karabulut’un yönetiminde, her geçen gün öğrencilere yönelik çeşitli okuma etkinlikleri yapılıyor. Gerek evler ziyaret edilerek, aile/ailece okumaları, gerek okullar ziyaret edilerek topluca kitap okumaları, gerekse ailece Kütüphanelere katılımları sağlanarak, öğrenci-ebeveyn kitap okuma alışkanlığı kazandırılmaya çalışılıyor. Kitap okumaya teşvik için, çeşitli hediyeler veriliyor.
İnsanlar kendi aralarında, geçmiş sıkıntısının olduğu bu zamanda serzenişte bulunarak, kitapların pahalılığından söz ederler.
Aslında hiç de öyle değil.
Eğri oturup, doğru konuşmak gerekirse, bazı karşılaştırmalar yapınca, kitapların çoğunun bir sigara parası değerinde olduğunu göreceksiniz. Hele bu günde 2-3 paket olduğunu düşündüğümüzde, fevkalade bir kitap ve kitaplar alınabilir. Kahvedeki bir oyun parası, gereksiz harcanan bir takım paralarla, hem zamanımızı öldürüyoruz, hem de geleceğimizi kitap okumaktan mahrum ediyoruz.
Kitap okuyan kişiler, zamanla belli bir noktadan sonra seçici olduklarını göreceklerdir. Farklı duygu ve düşünceler deryasında, her geçen gün daha ileriye yol alacak, özlenen hedefe bir adım daha yaklaşacaklardır. Belki “bu kadar kitap okuyorsun ne işine yarıyor?” diyecekler. Belki “ayaklı kütüphane geldi!” diyecekler. Bunu diyenler, zamanla yanınızda bilgi eksiklerinin farkına vardıklarında, kendilerinden utanacaklardır elbet. Bilgisizliğin, ezikliğin ve eksikliğin nedameti içerisinde olacaklardır.
Çeşitli ihtiyaçlar neticesinde, büyük il veya ilçe kütüphanelerine gitmek gerekebilir. Çocuklarımızı kütüphaneyle tanıştıracak çalışmalar içerisine girmeliyiz. Çocuklarımız kitapla tanıştırdığımız gibi, kütüphaneyle de tanıştırmalıyız. Yaşam kaynağımız olan kitaplardan uzaklaştırmamalıyız.
Çocukların gidebileceği yerlerin başına kütüphaneyi dâhil etmeliyiz. Kişilik geliştirme, kendi kendine olumlu bilgi edinme, meraklarını giderme gibi çeşitli konularda bilgi sahibi olmalarını sağlayacak kütüphanelere yönlendirmeliyiz. Onlara kütüphane kültür ve adabını da öğretmeliyiz.
Hiçbir şey için geç değildir. Bugünler kütüphaneler haftasıdır. Bu günden başlamak üzere, kütüphanelerle, kitaplarla tanışmaya/tanıştırmaya ne dersiniz?
Kerim BAYDAK
kbaydak61-artan@hotmail.com