Takvim yaprağında okudum; 11-18 Mart tarihleri arası kocakarı soğukları oluyormuş. Duyardım hep ama önemsemezdim; fakat şu an köyde yaşadığım için gündemimin can alıcı noktası oldu bu. Çünkü kömür azaldı, benim dayanma gücüm azaldı derken; baktım ki korku ile hareket ettikçe iyice geriliyorum ve bu olmadık yerlerde öfke patlamalarına neden oluyor, çözüme geçmem gerektiğine uyandım. En iyisi otur yaz Özlen, dedim kendi kendime.
Şu an sıcacıcık odamda; dışarıdan kuş sesleri, içeriden sobanın üzerinde kaynayan suyun sesi eşliğinde klavyede( neliklerle aldığım laptop) yazımı yazıyorum. Tabii, mis gibi çayımı da yudumluyorum bu arada. Hadi sizi kıskandırmış olmayayım diyorum, ama yazmadan duramayacağım; kuş seslerine ilaveten horoz sesleri de geliyor dışarıdan, arka taraftaki kümesten. Hele ki, Denizli horozları bir âlem. Kafamı kaldırdığımda da camdan kumrular, serçeler daldan dala uçuşuyor; en önde bir turunç ağacı arkasında böğürtlenler, sağında solunda güller görüntü merkezimi oluşturuyor. Ne hoş, değil mi?
Bu kadar hoşluk yeter sanırım. Çünkü benim midemin üzerindeki düğüm çözülmeyi bekliyor, o da ancak olumsuzlukları da yazmakla çözülüyor. İnşallah zamanla başka yol ve yöntemler de bulacağım. İstekliyim.
“Kocakarı “ sözcüğü bana hep itici gelmiştir. Kabalığı yanı sıra ürkütücü görüntü oluşur zihnimde, tıpkı “Pamuk Prenses “ masalındaki cadı gibi. Korkarım, bana zarar verecek diye. Rahmetli babaannem hep sepet örmeye gelen yaşlı, şalvarlı Çingene kadınlarına beni vereceğini söyler dururdu. Hatta beni onlardan aldıklarını da söylerdi. Beni, o kadınlara verecek, o kadınlar da beni şalvarlarının içine saklayıp kaçıracaklardı. Öyle söyler ve korkuturdu beni. Ben de güya hiç korktuğumu belli etmez, kendimce meydan okurdum ona. O da şiddet uygulardı bana. Bunlardan biri de; ben kaçarken tahta nalınlardan birini fırlatıp atmaktı.
Gel de şimdi, yaşlı babaanne de dâhil “ kocakarı “ sözcüğüne tepki verme. Hele ki, çok üşüyen ve tembel ruhlu bir insan olarak; gel de bunu kullanmak için çocukluğundan bahane arama. Hani, espri olarak zaman zaman dillendiririz ya; çoğunlukla da takıntılarımız söz konusu olunca, “senin çocukluğuna inmek lazım “ diye. Şaka bir yana gerçekten ben inanıyorum ki; her sözcüğe ve onu karşılayan kavramlara karşı bilgimiz, çocuklukta nasıl şekilleniyorsa öyle kalıyor. Ancak farkındalıklarımız doğrultusunda yapabildiğimiz değişiklikleri yapabilme şansını yakalıyoruz. Tabii, bu benim yalnızca bugün için görebildiğim ve sahip çıkmaya çalıştığım bir inanç. Yeniliklere açık fikirlilikle bakabilmek için çok istekliyim. Çünkü yine biliyorum ki; yaşamımın ne kadar çok sorumluluklarını üstlenirsem, o kadar özgürleşeceğim. Ben bunu istiyorum!