Arsız otlar bürümüş yine der, yolar atarız onların da yaşama tutunmak istediklerini yok sayarak. Aynı arsızlık hayvanlarda da vardır. Kovduğumuz halde yine kuyruk sallayarak yanımıza gelenlere ‘ne arsız şeysin’ deriz. İnsanlarda arsızlık ise hiç affedilecek şey değildir. Hele ki, arsızlığın boyutu biraz artarsa ‘hayvan’ deriz. Sanki arsızlık onlardan bize bulaşmış gibi.
Hâlbuki bence her canlıya özgü yaşama güdüsüdür en masum haliyle arsızlık. Varlığını sürdürebilmek için yaptığı eylem, ne yazık ki korku kaynaklı olduğu için karşı tarafı da tetikleyebiliyor bazen.
Tıpkı Samur’ un ölümünde benim ölüm korkum tetiklendiği gibi. Çok tatlı, ürkek, sevimli ve benim için özel bir kediydi Samur. Annem, ilk gördüğünde kovmuş onu sayıları gittikçe çoğalıyor diye. O, inatla gelmeye devam etti. Hırıltısı çoktu ama ben onu ileride güçlü bir erkek kedi adayı olmaya yordum bilgisizliğimden. Havalar soğudukça burnu da akmaya başladı. Veterinere götürdüm bir iki kere, tedavi uyguladık. Hatta son tedavisi bitti, veterinere kontrole götürdüm. Gayet iyi buldu. Aradan birkaç gün geçti. Yılbaşının kutlanacağı gün biraz keyfi kaçıktı. Fakat her iki öğün mamasını yediği için önemsemedim açıkçası. Ertesi sabah mama vermeye kalktığımda Samur gelmedi. Yuvaların olduğu kapalı alana kafamı uzatınca baktım gözleri açık kımıldamıyor. Kucağıma aldım, mamaların yanına getirdim yemedi.
Telaşlanmaya başladım. Fakat saat sabahın beşi. Tatil günü ne yapabilirim? Odama aldım. Derken göğsü körük gibi inip çıkmaya başladı. Nefes alıp vermekte çok zorlanıyordu. Ağzından da koyu salya akmaya başladı. İnternete baktım. Ateşi olabilir diye, camı açtım biraz. O haliyle yere indi taşa kakasını yaptı. Kakası normaldi. Sevindim. Sonra hayvan ambulansını aramak geldi aklıma, sonuçta sokak kedisiydi. Ulaştığımda merkez dışına çıkamadıklarını öğrendim. Derken ilçedeki veterinerlerin hepsini aramaya başladım. Ulaşamadım.
Saatler sonra Argos’ un son sürecini paylaştığım veteriner geri dönüş yaptı. Argos, o veterinerin kapısında can verdiği için, ona gitmiyordum o günden beri. Gittik. Ciğerler bitik, dedi. İğnelerini vurdu. Bir daha kendine gelmedi zaten. Sadece iki kere su içer mi diye kucağıma aldığımda öyle çığlık attı ki yavrum acıdan, içim acıdı. Bir daha dokunmadım. Sadece öldüğünde gömmek için dokundum. Çok tatlıydı. Bir güzel oluyorlar öldükleri zaman da benim sevdiklerim. Şükredeyim mi yoksa üzüleyim mi, bilemiyorum?
Samur’ u gömdüm. Sonra da yasak filan dinlemedim, attım kendimi dışarıya. Başladım sokak sokak dolaşmaya. Temiz hava iyi gelir diye umdum. Yetmedi. Kanatlarım olsun da uçayım istedim uzaklara. Böyle anlarda kaçıp gidesim gelir. Hâlbuki sıkıldığım kendimdir. Nereye kaçacaksam kendimden. Şükürler olsun en azından bunu farkındayım.
Dolaşırken memleketimin sokaklarını, ne çok anı biriktirdiğimi düşündüm. Belki de yorgun düşüren bunlar dedim. Sonra yer değişikliklerim geldi aklıma. Evet, geçici bir heyecan, merak duygusu oluyordu. Fakat yine kendimle baş başa kalıyordum her zamanki gibi. İşte bunu hatırlatınca kendime, dışa döndüm hemen.
Baktım köklü ailelere. Burada mal mülk edinmiş, yıllardır hiçbir yere kımıldamamış ailelere, yargıladığım, içten içe kıskandığım bu insanlar ne yapmışlardı da bunu becermişlerdi. Kök salmışlar, dedim. Evet, hani o ruhsal öğretilerde de sık sık sözü edilir ya.Birden kökleri genişleyen koca çınarların nasıl da yılları sağlam devirdikleri geldi aklıma. Benim yapamadığım oydu. Çok cılızdı toprakla bağım.
Güçlü olanlara, arsız deriz ya hani öylelerine? Ben de arsız olmamak için gizli gizli tıkıştırmışım her şeyi kendime. Bugün tam tersini yapıyorum. Bu sefer de teşhirci oluyorum. Paylaşımcı mı desem? Ne diyeceğimi bilemedim. Dengeden bahsediliyor ya. İnşallah diyeyim.