Arkamdaki kadın sesi, öylesine içten ve derinden bir “ inşallah” dedi ki ; ilgisiz kalamadım.Döndüm, tesettürlü bir kadın ve elinden tuttuğu kız çocuğu.Göz göze geldik.Sormadan dönüp yoluma devam edemedim.
Nitekim, o derin “ inşallah”ın nedenini sordum. Kadın dedi ki:
-Kızım okul servisini görünce; “ Anne, inşallah en kısa zamanda sen de görevine döner, yine öğretmenlik yaparsın.”dedi.Ben de, ona karşılık “ inşallah” dedim.
Yanıt karşısında, şaşkın, ne diyeceğimi bilemezken; kadın ekledi:
-Biz suç işlemedik ki!
Ayrılırken söylenen, yuvarlak bir laf ettim ve uzaklaştım. İçim acıdı. Okulu bitirip atamamı beklediğim iki yıl, ben de çok acı. Bizim bölümlerimizde öğretmen fazlalığı var diye, atamamız yapılmamıştı.İşte hükümetlerin tasarruflarından zaman zaman herkes payına düşeni alıyor. Ne yazık ki…
Bu kadarcık bile siyasi sorgulama beni yorarken, ben nasıl bu “ yazma “ işine soyunacağım bilmiyorum. Isınma hareketleri bile yorgun düşürüyor. Yazma işi ile ilgili, bazı oluşumların içinde yer almaya başladım.Sorumluluğumu farkındayım. Korktuğumu farkındayım. Korkumun üzerine gitmeye istekliliğimi farkındayım. Gerisi muamma.
Şükrü Erbaş’ın “ İnsanın Acısını İnsan Alır “ yapıtını okurken not almışım. Bölüm başlığı ise,” Yazarın Gücü/ Yazarın Sorumluluğu. Aynen aktarıyorum:
Diyor Canetti ve ekliyor, yazarın yaşadığı çağla, güncelle ilişkisini vurgulayarak:
“Biraz gülünç kaçmayacağını bilseydim, yazara, zamanının köpeği diyebilirdim. O, çağını dolanır, orada burada durur, görünürde başına buyruk gezinir, yorulmak nedir bilmez; ıslak burnunu her yere sokar…”
Siz anladınız beni, değil mi? Asıl amacım, öyle ya da böyle işi getirip köpeklere bağlamak. Olsun. Ne kadar masum bir amaç. Değil mi?