56.Kütüphane Haftası etkinlikleri çerçevesinde bu yazıyı oluşturma sorumluluğunu duydum. Geçen sene belki bir zorunluluk olarak yazdığım aynı yazı içeriği, bu yıl sorumluluğa dönüştü. Çünkü artık ben de bu konuda deneyim sahibi oldum.
Hani sanatçılar canlandırdıkları role bürünmek adına, o alanda emek verirler ya; ben de geçen seneki yazımdan sonra gidip üye oldum kütüphaneye. Öyle güzel kitaplar alıp okudum ki… Bu, bir yıl süresince hem ekonomik hem duygusal olarak rahatlattı beni. Hem de süre sınırlı olduğu için daha yoğun okuma eylemi içinde oldum. Yani her türlü kazançtayım.
Ayrıca uzun süredir düşündüğüm sesli kitap çalışmalarıyla ilgili bilgi aldım, ayak işleri yaptım ve bir sürü şu an ayrıntısına girmek istemediğim güzelliklere ulaştım. Bir kez daha anladım ki samimi, iyi niyetli bir kapıya dokunayım, o kapı ardına kadar açılıyor.
Bu deneyimlere katkısı olan herkese teşekkür ederim.
Bugün içinden geçtiğimiz zor günlerde yine sıkı sıkı sarıldığım arkadaşlarım kitaplar. Nedense ben her sorunumun kitaplarla çözümleneceğine inananlardanım. Bu bazen kibrimi besliyor diye düşünsem de bakıyorum bugün ihtiyacım olan bu. İnsanlarla bire bir temasa geçip onların duygu ve düşüncelerine ulaşmak yerine belki de kendimce bir tampon olarak kitapları koyup incinebilirlik noktasında kendimi koruyorum. Üstelik mesafeler göz önünde bulundurulunca da herkese ulaşabilme potansiyelini yine kitaplar bana sağlıyor. Böyle olunca kitaplarla arkadaşlığım birinci sırayı almak zorunda hayatımda. Her ne kadar birlikte yaşadığım annem: “ Seni bir türlü mezun edemedik, hep okuyup yazmaya devam ediyorsun.” dese de.
Benim için okumak bir yaşam tarzına dönüştü şükürler olsun. Elimde kitabımla gidemeyeceğim yerlere- ki çok enderdir- farkındalığımı götürürüm. Şöyle ki her ne kadar işin içine kurgu da girse- ki o da bana göre geleceği okumaktır- yaşamın kendisidir kitaplarda anlatılanlar. O yüzden ana odaklanıp etrafımdaki insanları, mekânları, yerleri, şeyleri okumaya özen gösteririm. İnanın alıştıkça bu da en az kitap okumanın kendisi kadar zevk veriyor, zenginleştiriyor insanı.
Bütün bu okumalardan yola çıkarak paylaştıklarımda çoğu zaman duygusal olmakla yargılandığımı hissediyorum. Olabilir. Ben de bazen abarttığımı düşünebiliyorum. Fakat elimde değil. Değişik bir şey denemek istiyor muyum? Emin değilim. Çünkü geleneklerden ve atalarımdan çok da uzaklaşmak ürkütüyor beni. Daha dün annemle sohbetini yaptık. Sanatın bir diğer dalı filmler üzerine. Biz Yeşilçam filmleriyle büyüdük. Ben o filmlerde ağladıkça annem derdi ki : “ Ağlama kızım, onlar kâğıt parçası gerçek değil.” Yıllar geçti, büyüdüm. O filmlerdekilerin hepsinin gerçek olduğuna tanık oldum. Anneme bunu dünkü sohbetimizde dillendirdiğimde ne dese beğenirseniz: “ Benim babaannem de annem ağladığı zaman bunu söylerdi.” Şaşkınlığa düştüm. Hem bu söylemin atalarım tarafından kuşaktan kuşağa aktarılmasına hem de anneannemin onca yaşanmışlığa rağmen bir kez bile ağlayışına tanık olmayışıma dair.
İşte bu yolculuk böyle bir şey benim için. Hep birbirimize bir şeyleri hatırlatarak geçiyor. Bizim kuşağımız okul kütüphaneleri olan ilkokullarda büyüdü. Her ne kadar çağa ayak uydurmaya çalışsak da köprü vazifesi gören kütüphanelerimize sahip çıkmalıyız. Kütüphanelerimizin önceliği olan “ sessizliği paylaşmak” dışarıdaki sesimiz olabilir. Umarım bu yazı da benim sesimi duyurmuştur. Kitapları çok ama çok seviyorum. Onlarla geçen her günümüz kutlu olsun.