NE SİHİRDİR NE KERAMET

Abone Ol

Bir varmış bir yokmuş, masal bu ya anlatanı da çokmuş. İşte bu anlatıcılardan biri de Gupse imiş. Diyar diyar dolaşırmış, kucağında akordiyonu anlatırmış ateş başında masallarını. Nasıl bir anlatıysa bu, ne sihirdir ne keramet bilinmez, bir dinlediğin masalı bir daha dinlemen mümkün değilmiş. Billur gibi sesine eşlik edermiş yer yer akordiyonu, incecik elleri uçar gibi dolaşırken tuşlarında.

Bu kadın aslında o kadar genç sayılmazmış ama dikkatli bakınca gençlik fışkırdığına tanıklık edermişsiniz büyülü bir şekilde. Bir olgunluk bir dolgunluk yanı sıra bir dirilik bir canlılık sararmış her yanını; özellikle masallar anlatmaya, şarkılar söylemeye başlayınca.

Gupse bu yolculukta yalnız değilmiş. Bu eşlikçilerden biri atıymış. Adı Fuchur olan bu at da Gupse gibi sihirli kerametlere sahipmiş. İri cüssesinden de büyük kanatları ürkütüyormuş ilk görünüşte insanları. Fakat yüzündeki o muzip gülümseme, dişleri görünmediği sürece pek sevimli kılıyormuş onu. Siyahlı grili atının üstünde kâh uçarak kâh kaçarak görülürmüş Gupse. Nerede konakladıkları, ne yiyip içtikleri bilinmezmiş. Tek bilinen ve görülen gerçek, nerede büyük insan kümesi görülse bilin ki o çemberde bulunurmuş Gupse.

Uzatmayalım, ünü kıtaları aşan bu masal anlatıcısının elbette dostuyla düşmanı da ünüyle birlikte artmış. Gupse hem önünü hem arkasını kollar olmuş. Her ne kadar pek ilgilenmese de dünya işleriyle elbette bu dünyada da henüz işi bitmemiş, daha yapılacak işleri varmış. Yaşadıklarından sonra oldum bittim demek de pek kolay değilmiş onun için.

Gupse’nin eşlikçilerinden diğer biri de çok sevdiği köpeği Şanslı’ymış. Onunla yollarının nasıl kesiştiği de çok ilginçmiş. Ama bu başka bir öyküdür başka zaman anlatılmalıdır, dermiş her konu açıldığında.

“Var da Yemez“ ülkesi kralının kulağına da çabuk ulaşmış bu efsanevi yaratıklar. Kendince Gupse kadının hakkında hülyalara dalmış bekâr kral. Kraliçe öldüğünden beri, o da kendi arzu ve isteklerine daha çok odaklanır olmuş. Çünkü ülkesini koruyup gözeteceğim derken kendisiyle ilgilenmediğini fark etmiş. Eee ne de olsa artık o da orta yaşa gelmiş. Böyle olunca ulaklar salmış kadının peşine olmamış, yetişememiş hızına. Bir sürü yol ve yöntem denemişler bu arada.

Kralın adamları allem etmişler kellem etmişler, O’nu tuzağa düşürmeyi başarmışlar bir gün. Yoksa Gupse mi bu koşuşturmaya bir son vermek istemiştir bilinmez. Etrafı sarılınca dinlemiş sakince öne çıkan ulağın sözlerini. Götürmeleri gerektiğini söyleyip bir adım atınca ulak, cebindeki sihirli anahtara basıvermiş gizlice. Öylesine hızla etrafında döne döne dans etmeye başlamış ki ulak, sanmışlar az sonra havalanıp uçacak. Öyle olmamış fakat ayakları parçalanıp kanayıncaya kadar durmamış dansı. Sihirli anahtara basınca tekrar Gupse, serilmiş ulak yere. Dönüp hepsine demiş ki:

-Sanırım bu yeterli bir cevaptır kralınıza!

Yetmemiş. Kralın adamlarıyla ikinci karşılaşmaları çok daha ani olmuş. Nasıl olduysa dibinde bitivermişler ve gittikçe aynı hızla çember daralmaya başlamış. Gupse de aynı hızla çevresini saydam, sert bir duvarla çevirivermiş. Her hamle yapan çarpıp duvara serilmiş yere. Böylece işi bitince kaldırmış duvarı devam etmiş yoluna. Bu sefer hiçbir şey söylememiş onlara. Anlamış ki şimdi eylem zamanı. Düşünmüş kara kara.

Öylesine zihnini meşgul etmiş ki ‘Var da Yemez Ülkesi’nin kralı, üçüncü karşılaşmaları o yüzden daha da ilginç olmuş. Çünkü bir derin düşünme esnasında gelmiş oturmuş karşısına ve dikkat kesilmiş ona. Oldukça yakışıklıymış diye geçirmiş içinden Gupse. Fakat dikkat edince bakmış ki ağlıyor koskoca adam. İçi burkulmuş o an.

Gelelim kralın ülkesinde neler olduğuna... Sonuçta şan şeref meselesine dönmüş iş. Sinsice planlar peşinde koşarken Şanslı’nın başına patlamış kabak. Kaçırılmış kralın adamları tarafından. Ağlayan adamdan zarar gelmez deyip pazarlık şansını kullanmak istemiş Gupse. Kralı davet etmiş tek başına gelmesi koşuluyla kendi seçtiği alana. Tabii Şanslı’yı da yanında getirmek koşuluyla. Kabul etmiş kral ve buluşmuşlar ortada. Öyle bir meydan ki hayır ola.

Gupse gerçek hikâyesini anlatmış ona. Açmış bütün insani özelliklerini hoş nahoş bakmamış hiç karşısındakinin kral olduğuna. Neler yaşamamış ki kalbini çatlatırcasına. Vicdan denilen koskocaman pembe bir kalp ama kocaman sanki şişirilmiş bir balon gibi patladı patlayacak... Onu bu kadar gerenler içinde neler yokmuş; hayal kırıklıkları, kullanılmışlık hissi, reddedilmenin burukluğu, aldatılmanın gizli kızgınlıkları, öfkeleri, şiddet arzuları, duyulmayacağına olan inancının kini, kıskançlıklar, yerine getirilmeyen sözler, yanlış anlaşılmalar, korkular, kederler, pusu kurmuş özlemler derken tıka basa doldurmuş içini patlatırcasına. Bildiğiniz koskocaman bir kalp fakat Gupse yokmuş ortada.

İşte o an yetişmiş imdadına adı Fuchur olan at, atmış onu terkisine düşmüşler yola. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler varmışlar bir kuyunun başına. Kuyunun başında biraz nefes alıp dinlene dursunlar, içleri hafif geçer gibi olmuş. Derinden bir uğultu ile kendilerine gelmişler. “Nedir bu?” der demez kuyunun içinden yavaş yavaş baş vermiş bilge kişi. Aksakallı, ak saçlı hatta pembe dudaklı tertemiz yüzlü yaşlı bir adammış bu. Nasıl da sıhhatli ve nur yüzlüymüş aydınlanmış dünyaları. Onların konuşmasına fırsat vermeden demiş ki;

“Merhaba ben akıl. Siz de Vicdan’la Fuchur olmalısınız. Çok uzun zamandır gözlüyordum yolunuzu. Hoş geldiniz!”

 Vicdan anlattıkça yükü hafiflemiş, karanlıklar açılmış birer birer ve rengi gittikçe pembeleşmiş. Ne kadar süre geçmiş bilinmez, Vicdan ile Akıl bütünleşmiş, iç içe geçmiş ve böylece Gupse görünür olmuş. Buluşmuşlar tam ve bütün olarak bir gövdede. O gün bugündür de kucağında akordiyonu dolaşırmış ülke ülke.

Kral sessizce dinlemiş onu. Hiçbir şey söylemeye gerek duymamış. Teşekkür etmiş sadece biraz buruk.

Gupse de Şanslı’yı atıp Fuchur’un sırtına uzaklaşmış oradan.

Yalnız hiç kimsenin fark etmediği ya da tam tersi fark edip de ses etmediği; yeşil çimlerin arasında bir anahtar parlamış sarı sarı. Ama bu başka bir öyküdür, başka zaman anlatılmalı.