Sıcaklığın verdiği rehavetten sonra, temiz ve serin havanın, bol oksijenin bulunduğu bir coğrafyanın etkise girmenin, yılan gibi kıvrılmış yollardan gitmenin vermiş olduğu sıkıntıdan sonra, tabiri caizse kurt gibi acıkmıştık. Anadolu insanımızın sahip olduğu ve gelen yabancılara olan misafirperverliklerinin en güzelini sergileyen köyümün insanları sıraya girmişler, tek tek “hoş geldiniz” diyerek karşıladılar. Önce gelmiş olan misafirlerle kısa bir selâm-merhaba ve hoş beşten sonra, yemek faslı başladı. Yaptığı hizmetin bilincinde olup, ne yaptığını bilen İstanbul’daki işadamımız olan İzzet Ayaz, tertipli, düzenli, kırk yıllık Restoranlara taş çıkartırcasına ve kıskandırırcasına yemek dağıtımı yaparak, tabiri caizse etrafımızda dört dönüyorlardı.
Esasında Anadolu geleneğimizin bir göstergesi olan “Hizmet Allah için” düsturuyla, ister zengin olsun, isterse fakir olsun; elinde avucunda, evinde ne varsa size vermeye çalışır, bundan da büyük bir haz alır, mutlu olur, gurur duyar. Böyle bir organizasyon karşısında İzzet Ayaz ve küçük-büyük akrabalarının verdiği hizmetten ve gösterdikleri konukseverlikten dolayı kutlamamak ve takdir etmemek mümkün değildi. Gerçekten övülesi bir hizmette ve takdimde bulunuyorlardı.
Yemekler yendi, ardı ardına çaylar içildi, koyu sohbetler edildi. Zaman kısa olsa da, sohbetler geniş, koyu ve hararetli oldu.
Tabi karınları doyan genç gazeteci kardeşlerimiz rahat duramazlardı artık. Görevlerini yaptıktan sonra, muhteşem doğa harikası durumundaki Serince köyünün yeşillikleri arasında akan buz gibi suyun başına giderek muzipliklerine devam ettiler.
Sanırım ilk defa cep telefonlarının çekmemesinden memnun oldum diyebilirim. Kalabalık bir köy olmasına karşın ne yazık ki hiçbir cep telefonu çekmiyordu. Çok cılız sinyaller, ancak belirli noktalara gidildiğinde kesik konuşmalar yapılmaktaymış.Bizler de bunu denedik; ama ne yazık ki bir türlü konuşmadık. “Teknolojinin en son gelişmelerin olduğu bir zamanda, hala cep telefonun çekmediği yerler varmış demek ki” diyerek şaşırıyoruz ve köylünün haklı bu sitemlerini iletmemizi istedikleri arzuhallerini gayet makul, mantıklı çok doğru buluyordum. İnşallah kısa bir sürede gerekli çalışmalar yapılır da bu ve benzeri köylerimiz de bu nimetten faydalanırlardı. Öyle ya, doğum, hastalık, ölüm, kavga, terör gibi dünyanın bin bir türlü hali var!
Esprileriyle tanınan bir arkadaşımız, konuşmalarıyla diline doladığı “kar mı yağmış…” türküsü, “sana da nanay…” gibi repliklerle duygusallaşması ortamı yumuşatıyor ve Akil Yağınlı Hoca tabiatın, doğa güzelliğinden gelen o tertemiz havayı bitirmek istercesine doyasıya içine çekerek derin derin nefes alıp veriyordu.
Yemek esnasında ve yemek sonraki yapılan hizmetten, misafir şairlerimizin memnuniyetleri, şaşkınlıkları ve bir o kadar da hayranlıklarını, özellikle bayan konukların yüz ifadelerinden anlamak çok zor değildi.
Yemeğin hemen sonrasında, alanında farklı bir özelliğe sahip olan Adıyamanlı Dengbejlerden Haşim ve Gülistan TOKDEMİR Kürtçe birkaç türkü söylediler.
Ev sahibi sıfatıyla İzzet Ayaz’ın yaptığı teşekkür konuşmasından sonra, Adıyamanlılar Vakfı Onursal Başkanı Nevzat BAYHAN ve Başkan Ömer ÖZKARTAL’ın kısa ve arada esprilerin geçtiği konuşmalarından sonra, oradan ayrılmakta zorlansak da vedalaşarak araçlarımıza bindik, gittiğimiz yoldan gerisin geriye yola koyulduk.
Ancak Akil Yağınlı, Sinan Temel, İskender Korkut, Zekeriya Polat ve bazı arkadaşlarımız Adıyaman’a dönmek zorunda kalınca, aracımızda bulunan,
Adıyaman Kalkınma Sempozyumu bünyesinde yapılacak olan Nemrut Dağı güneş batımındaki şiir dinletisi için, yemyeşil tabiat güzellikleriyle donatılmış zakkum ve iğde ağaçlarının arasında ilerleyerek Nemrut Milli parkının başlangıcı olan zakkum bahçesini andıran göz alıcı kanyonun bulunduğu görkemli ve ihtişamlı Eski Kâhta Kâle’si, Şeytan Köprüsü üzerinde nefeslendik. Kâhta kalesinin restorasyonu nedeniyle ancak Kültür Müdürü Mustafa Ekinci’nin bilgilendirmesiyle yetinmek zorunda kaldık. Artık Nemrut Dağı Milli Parkı bölgesinde ve sıkıntının yaşanacağı kapı girişindeydik. Amaç Mitras’ın kabartma Steli, ayin platformu üzerinde Antiochos-Herakles tokalaşma Steli ve bunun önünde Anadolu’nun bilinen en büyük Grekçe yazıtı gördükten sonra, Nemrut Dağı’na çıkmaktı. Birkaç araçlık konvoyumuz gişenin bulunduğu giriş kapısında bekledi, bekletildik.
… Devam edecek.