O eksik etek, bilemez!

Abone Ol

 

Anadolu’da bir devlet bankasının şube müdürlüğüne atanmıştı. Şubenin sağını solunu düzeltmeye, eksik gediğini kapatmaya uğraşıyordu. Ancak bir sorun vardı, çay servisi yapacak kimse yoktu. Son görevli emekli edilmiş, yerine de kimseyi almamışlardı.
İlçede hatırı sayılır müşterilerinden birisine durumu aktarınca o da eşi vefat etmiş, iki çocuğuyla dul ve perişan halde bulunan genç bir hanımı önerince müdür bey de hemen “olur” demişti.
Bir gün sonra genç kadın, ezile büzüle banka müdürünün odasına girdi. Çay servisi için gönderildiğini söyledi ya müdür beyin gözüne ilk takılan başörtüsü oldu.
Kendisi için bir sorun yoktu elbet ama ya teftişe geldiklerinde ne olacak, hem kadın yeni bulduğu işten olacak, hem kendisine ceza gelecek.
Bir yandan bunları düşünürken, bir yandan da müşterisinin söyledikleri aklına geldi; eşi vefat etmişti, iki çocuğuna bakıyordu ve perişan haldeydi.
Onun yapmak istediği onuruyla çalışmak, evine ekmek götürmekti.
İnancı gereği başını örten birisine “başını aç” deme saygısızlığında bulunamazdı.
Üstelik sadece bu lafı nedeniyle hem kendisinin, hem çocuklarının aç ve açıkta kalmasına sebep olacaktı.
Belki de bir ailenin yok olup gitmesinin zeminini kendi elleriyle hazırlamış olacaktı.
Üstelik o çocuklar okula gidemeyecek, eğitim hayatından mahrum kalacaklardı.
Müdür bey zor olan kararı verdi ve kadını işe aldı.
Ama tembihledi de; merkezden gelen olduğunda müşteri gibi davranacak, asla çay servisi yapmayacaktı. Gerekirse de gizlice evine gidecek, sonra gelecekti.
Başörtüsüyle müşteri olabilirdi ama çalışan olamazdı.
Çok paralı bir müşteri de olabilirdi, az paralı da ama müşteri olabilirdi. Bankayı kazandırabilir ama bankadan maaş alamazdı.
Müdür bey o çalışanı tam dört yıl idare etti.
Bu dört yıl içerisinde birkaç kez gizlice sıvışmak zorunda kalan kadın, evine baktı, çocuklarını aç bırakmadı, bir işe ve bir aşa sahip oldu.
Müdürün tayini çıkıp, yeni müdür gelene dek sürdü bu güzel günler…
Yeni müdür, başörtülü eleman çalıştıramazdı zaten başörtüsüne alerji olurdu…
***
Bu örnek, kamuda binlercesi yaşananlardan sadece birisi…
Yıllarca tahsil hayatından sonra göreve başlayamayanlardan örnek değil…
Kapı dışarı edilen avukat, doktor, mühendis, mimar, öğretmen değil…
Bin bir zorlukla kazandığı ve ailesinin ümitler beslediği üniversitenin kapısından kovulması da değil.
Sadece çay servisi yapacak bir çalışan…
Üstelik bu hukuksuzluğa, bu ayıba bir dayanak da yok.
Zamanında “O eksik etek, nasıl giyineceğini bilemez” diye düşünen bir zorbanın çıkardığı bir yönetmenlik, ülkede bütün yasaların üstüne çıkabiliyordu.
Yasaya aykırı yönetmenlik çıkamazdı ama yönetmenliğe aykırı olan yasalar uygulanamıyordu.
Herkes eşitti bu ülkede…
Kadın erkek ayrımı yapmak zaten ilkellikti, ayıptı, günahtı…
Demokrasi vardı bu ülkede, kadının seçme ve seçilme hakkı bile bulunuyordu.
Ama eksik etekti sonuçta; nasıl giyineceğini erkeklerin belirlemesi lazımdı.
Gel kızım” diyeceklerdi ve eline kıyafet tutuşturacaklardı.
Bu etek, bu gömlek, bu ayakkabı, bu çorap veya bu pantolon” diye tek tek kullanım şeklini bile tarif edeceklerdi.
Çünkü bu erkekler çok akıllıydı.
Kadınlarsa eksik etekti…
Öyleyse kadınların başına örtü takıp takamayacağına,
Etek giyinip, giyinemeyeceğine,
Hatta kaç santim eteğin uygun olduğuna kararı, erkekler, yani eksik olmayanlar verecekti.
Kadınların pantolon giyinmesinin sakıncası ortaya konulabilir veya belli “genişlikte” serbest kalabilirdi.
Gömleğin yakası, dekoltesi, belki rengi, kalınlığı, hatta markası bile belirlenebilirdi.
Çünkü kadınlar eksik etekti, saçı uzun, aklı kısaydı.
Saçını kısaltsa da durum değişmezdi…
O, nasıl giyineceğini bilmeyecek kadar aklı gelişmemişti.
***
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklayacağı demokratikleşme paketinde, bu ayıp son bulacak.
Kadınların da insan olduğu, kendi giyimini belirleyecek kadar akıl sahibi olduklarının farkına varılmış olacak.
Bir kadına nasıl giyineceğini dikte etme ayıbı, artık bu ülkede yaşanmayacak.
Ancak, sorun, yasaların üzerinde olan bu yönetmenliğin nasıl olurda bunca yıl yürürlükte kaldığıydı.
Nasıl bir yönetmenlikti ki, anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinden bile zor değiştiriliyordu.
Nasıl bir anlayıştı, nasıl bir medeniyetti, nasıl bir özgürlüktü bu?
İnsan hak ve özgürlüğünü savunduğunu söyleyenlerin yıllarca sus pus olması, nasıl bir korkaklıktı, nasıl bir zulme rıza göstermeydi?
Kadınları sadece cinsellikle değerlendirmenin ötesinde “eksik insan” olarak değerlendirip, onun kıyafetini belirleme hakkını nasıl kendinde bulabiliyorlardı?
Ve bu ülkede adalet, yasaları bir yana bırakıp, yönetmenliklere bakarak mı binlerce kadını mağdur ediyor, ceza veriyor, zorbalığı haklı gösterebiliyordu?
Zalim, o yönetmenlik miydi, onu parçalayıp, çöpe atmaya yüreği yetmeyenler miydi, doğrusu bilemiyorum…
 
Tweetimden seçmeler
Hayat zor be, hem de çok zor. Zor olan, öyle veya böyle yaşamak değil, insanca yaşamak...
www.naifkarabatak.net