‘Seni kendine benzer yarattı‘ cümlesi beni, O güce ne atfettiysem hepsinin bende de olacağına dair bir inanca götürüyor. O, öyle bir güç ki tepemin üstünde oturduğu yerden, ne isterse gerçekleştiriyor, ne olmak istiyorsa O oluyor. Değme keyfine.
Benzerlikten yola çıkarak bende de öyle olacağını umuyorum çoğu zaman. Olmuyor. Fakat bu beklentimi görmem zaman alıyor. Bir adım öncesinde fark edebilir miyim acaba, kim bilir?
Son günlerdeki gündemimden yola çıkacak olursam, reformer’a gidiyorum. Her ne kadar neler yapılacağından haberim olsa da, zorlandıkça temas ettim ki ben aletlerin beni düzelteceğini ummuşum. Hani o masaj koltuğuna yatıp kalktığım gibi. Evet, o da bir çözüm. Denenebilir. Fakat benim istediğim sürdürülebilirlik açısından seçtiğim bir yol bu. Her ne kadar gerçeği görsem de düş dünyamda ‘ben onun parçasıyımdan’ yola çıkarak beklentim yüksek oluyor kendimden. Bu da kabullenme sürecimi uzatıyor zannımca.
Diğer yaşadığım ise; gündemin getirdiği koşulları değerlendirip sosyal medya üzerinden sürdürülebilir bir romantik ilişki başlatılabilir mi? Fakat zorlandıkça bakıyorum ki, orada da yarı yolda bırakılmışlık hissini yoğun yaşıyorum. İnsanca olan korunma, güven, şefkat, anlayış gibi alt yazı geçilen şeylerde yem olarak kullanılan ev, araba, armağanlar ilmik ilmik işleniyor; “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” anlayışını destekleyici şekilde. Ama tavuğun karnı aç. ”Aç tavuk kendini buğday ambarında görürmüş” misali tam atlayacakken... Birden uyanıyorum.
Kral çıplak.
Şimdi karşımdaki dolandırıcıya kızmaya hakkım var mı? Yok. Peki, kendime bu kadar kızmaya hakkım var mı? Ona da yok, demem gerekiyor. Çünkü ben, imajımda o tepeme oturttuğum değilim. O, oturduğu yerden yürütüyor işlerini. Ben ancak deneyimleyerek kendim hakkında ip uçları yakalayabiliyorum. Bu olayda da kendimle ilgili yakaladığım bilgi şu oldu; yalnızca bugün için biraz yol kat etmişim. Yıllar önce hem ağlayıp ‘beni dolandırıyorsunuz’ deyip hem de şifremi verirken, bugün net bir ‘hayır’ ile o parayı yatırmayı reddettim. Canım yanmadı mı? Yandı.
Benzerlikten kasıt, bu değil demek ki. Ne kadar mesnetsiz hayallerden kendimi kurtarırsam, o kadar eyleme geçebiliyorum. Fakat o konfor alanından çıkmakta zorlanıyorum. Hele ki insanlık olarak gündemimize oturan Coronayla ”otur, sus, konuşma” diyen bir dünyaya, yani çocukluğumuza geri döndük.
Elden çıkarmaya hazırlandığım, Robın Sharma’nın “ Koza Kelebeği Bilmez” adlı bir kitaptan alıntıyla bitiriyorum. Kitapla birlikte bu eski seçimlerimin de hayatımdan çıkıp gitmesine niyet ediyorum. Yeni seçimlere yer açıyorum. Alıntı şöyle:
“Model olarak, tüm dünyayı yaratan sonsuz güce sahip yetkeyi taklit ediyoruz. Bu güce ister “ Tanrı” de, ister “ evren” de ya da ister “ doğa” de. Takacağın etiket yalnızca bir kelimedir. Ben etiketlere takılmaktan pek hoşlanmam. Önemli olan şu: İstediğin şeyin peşine düştüğünde, bunu sevgiyle ve tutkuyla yaptığında, yıldızları ve denizleri yaratan o enerjiden yararlanıyorsun. Hayatına bir tür sihir girmeye başlıyor, anlamadığın olaylar birbirini izliyor. Karşına doğru yolda olduğunu gösteren işaretler çıkıyor. Arabanı eve doğru sürerken peş peşe on yeşil ışıktan geçiyorsun, bir kere bile kırmızı ışıkta beklemiyorsun. Cesaretini toplayıp akşam çıkmayı teklif ettiğin insanın senin için uygun biri olup olmadığını düşünmeye başlıyorsun. Belki doğru kişi doğru zamanda telefon edip seni arıyor, kapmaya çalıştığın işin sana uygun olup olmadığını konuşuyorsunuz. Zor bir soruna ideal bir çözüm, dişçinin bekleme salonunda eline aldığın bir kitapta karşına çıkıyor. Eski bir söz vardır hani,” Zamansal rastlantılar, Tanrı’nın isimsiz kalma yöntemidir.”