Tam şu anda nerede durduğuna bak, sonra da nereye doğru gittiğini düşün.
Bunu yaptığında korkunun buzları eriyecek.
Umudun gün ışığı ise parlamaya başlayacak.
Hayatta adım adım yürü.
En büyük acıları bile yenmek mümkündür.
En tatlı meyveler, arkadaşlık bağından toplanır.
Gerçekten inandığın, güvenebileceğin insanları bulursan, onları sakın bırakma.
Unutma, yansıttığın ışık kadar iyisin! (L. Rooney)
Böyle diyor annemin takvim yaprağında. İyi, hoş, güzel de ben değiştikçe arkadaş çevrem değişiyor ve öyle yapışıp kalamıyorsun “ eski “ oluveren dostlara. Örneğin ben yaşım ve yaşanmışlıklarım gereği önceliklerimi ve dolayısıyla yaşam tarzımı yeniden yapılandırdım. Tabii, beni ben yapan yapı taşlarımı yerinden oynatmamaya çalışarak. Böyle olunca özellikle geçiş dönemlerinde kendimi çok yalnız hissediyorum.
Geçenlerde daha önce okuduğum, zaman yönetimi ile ilgili Nil Gün’ ün 1440 Dakika adlı yapıtına bir daha göz gezdirdim. Altını çizdiğim “ Serçe misin? Baykuş mu? “ başlığından alıntı yapmak istiyorum.” Kimileri erken yatıp, sabahları erkenden kalkan ve sabah enerjileri yüksek olan “ serçe “ insanlardır; kimileri de geç yatıp geç kalkmayı seven, enerjileri akşamları daha yüksek olan “ baykuş “ insan.
Sen zamanı yönetmezsen, zaman seni yönetir. Zamanın efendisi olmak ya da kölesi olmak seçimdir.
En önemli şeyleri sabah ya da enerjinin en yüksek olduğu saatlerde yapmazsan daha sonra yapmak çoğu kez ertelemeye yol açar.
Gün boyu çok şey programlayarak çoğunu gerçekleştirememek, hiç program yapmamak kadar tehlikelidir. Çünkü bir süre sonra günlük planlamanın yararına inanmaz olursun. “
Evet, aynen böyle diyor. İnanıyorum. Fakat bir emekli “ serçe “ olarak çok yalnız hissediyorum kendimi. Genellikle çevrem “ baykuş” dolu ve başlıyorum o zaman yaşamımı sorgulamaya. Birden bire yaşamım çok yavan gelmeye başlıyor. Bu da beni ertelemelere götürüyor. Bakıyorum ki her şeyi boş vermişim. Bu da bana iyi gelmiyor. Bir “ serçe” olarak “ serçelere “ duyurumdur; Sesim geliyor mu?