O kadar çoksesli ve gürültülü bir dünyada yaşıyoruz ki; neredeyse sessizlik denen kavramı unuttuk diyebiliriz.

Çokseslilik, kargaşanın ve keşmekeşin içinde kendini yalnız hissetmek...

Evet yalnızlık! O kadar komplike bir kargaşanın içinde dâhi kendimizi yalnız ve farkına varılmaz hissediyoruz.

“Sessizliğinde bir sesi var!” denir. Ancak toplumu oluşturan fertler olarak bu sessizliğin sesliliğini hiç tadamayacağız anlaşılan...

Büyük şehirlerde, araba, uçak, tren, gemi sesleri ve kirlettikleri ortam yetmezmiş gibi, bunlara sosyal ve kültürel etkinliklerden kaynaklanan çeşitli gürültüler eklemekteyiz.

Son zamanlarda fanatizmin baş gösterdiği maç sonrası yaşanan kavgalı, vurdulu-kırdılı, gürültülü, aşırı sesli eylemler, düğün derneklerde yaşanan maganda kaynaklı hareketler sessizliğe özlemi daha da attırmaktadır.

Televizyon, radyo, VCD’sinin aşırı yüksek volümlü müziği çalanlar... Son sesi vererek yolculuk yapmaya çalışan oto sürücüleri, yarış arabası sesi veren otomobiller, egzoz susturucuları çıkartılmış motosikletler...

Tüm bu yapılanları yalnız kalmamak ve mutlu olabilmek uğruna âdete kendimize gürültü malzemesi üretiyoruz.

Kuş sesini, akan su sesini, rüzgârın uğultusunu, ağaç yapraklarının fısıldayan hışırtılarını dinlemeye niyetli görünmeyiz. Bir türlü zaman ayırıp da bu güzelliklerle haşır neşir olmayı pek düşünmeyiz.

Şehrin o curcunasında pek aklımıza gelmez. Nedense sessizliğe, yalnızlığa, “sessizliğin sesi” ni dinlemeye pek niyetli de değiliz.

Sessizliğe, suskunluğa hasret kalmışız. Konuşmalarımız da lüzumlu - lüzumsuz, hareketlerimiz de doğru-yanlış,  durmadan gürültü üretmeye çalışırız.

Dinlemeyi, sabretmeyi pek düşünmeyiz. Konuşmada gürültü olur da yazmada gürültü olmaz mı?

Elbette yazımda gürültüden nasibini almaktadır. Çoğu insan konuşarak sesli gürültü yaparken, yazarken de sessizlik karmaşasından nasibini almaktadır.

Bazen insanlar yazdıklarıyla da ortalığı birbirine katıyor. Keşke yazmasalar da sükûnet içinde yaşayalım dediğimiz zamanlar da az değil.

Aslında böyle tip insanlar ortalığı karıştırmaya niyetli olanlardır. Karamsarlık, nifaklı tablolar çizmek, laf ebeliği yapmak en önemli işleridir.

Aslında insan, uzun süre konuşunca biraz nefeslenerek ara vermesi gerekir. Durup dinlenmek, sessiz kalmak, sessizlikte kaybolmak ister.

Bazen konuşulan sözler, anlatılmak istenen kelimeler, yazılan tüm şeyler boş gelir insana.

İşte tam da önümüzde sessizliğe bürünmek, sessizliğin sesini dinlemek için iyi bir fırsat var. Bu günlerde, biraz olsun kendimizi boğucu, kirli, gürültü ortamından koparmak için,  konuşmaktan ve çalışmaktan yıpranmış, yorulmuş bedenimizi dinlendirmek için susalım, sessiz ortamlara çekilerek, gah su sesini, gah kuş sesini, gah rüzgarda uğuldayan ağaç yapraklarının sesini dinlemeye çalışalım. Biraz kabuğumuzdan çıkıp sessizliğin sesinde temiz havayı soluyalım.

Şehrin basık ve boğucu havasından, gerekli gereksiz konuşmalardan, egzoz dumanından, teknolojik araç ve gereçlerin radyasyon zehrinden kurtararak sessiz, sakin, sükûnet dolu yerlere gidelim.

Kısa bir süre de olsa sessizliğe bürünelim, ne dersiniz?

Sessizliğe davet,  bazen gerekir.

Huzur denen şeyi, unutmuşuz biz.

Çok seslik içinde, düzen gerekir.

Yitip de gitmişiz, uyan ey insan!