Yazımızın başlığını oluşturan cümle, eski bir şarkı sözüdür. Konumuzla alakası yoktur. Haklı olarak “o zaman ne diye yazdınız” dediğinizi de duyar gibiyim.
Anlatayım; her nedense parçanın içinde geçen “sıla” kelimesi, son günlerde magazin haberlerinin ilgi odağı olan ve günlerdir gündemden düşmeyen Sanatçı Sıla’yı hatırlattı bana.
İsim benzerliğinden olabilir.
Vaktiyle arabesk müziğinin önemli isimlerinden Sanatçı Müslüm Gürses’in okuduğu, sözleri Gülten Çiçek’e, müziği Sinan Özşeker’e ait olan “Sıla mı hasret mi adını sen koy” isimli şarkı, hakikaten duygusal ve bir o kadar da güzeldi.
Asıl mevzuya dönelim şimdi:
Medyada yer alan iddialara göre Sıla Gençoğlu, Ahmet Kural’dan şiddet görmüş, Ahmet Kural da ifadesinde Sıla’nın bir başkasıyla eşcinsellik hayatı yaşadığını ima etmiş.
İşin garip tarafı ise, yüzde 99’u Müslüman olan toplumumuzda, bu magazinsel hadisenin günlerdir medyanın gündeminden düşmüyor olmasıdır.
Olayın neresinden tutarsanız elinizde kalıyor, neresinden bakarsanız utanç veriyor, nasıl yorumlarsanız kadim toplumumuzun aile yapısını şiddetle sarsıyor!
Sıla ile Kural’ın birlikteliğine baktığınızda, ilişkilerinin aile yapımızla uyuşmadığını, inancımızla bağdaşmadığını, tamamen dost hayatından ibaret olduğunu eminim çok iyi görüyorsunuzdur:
Aralarında şiddetin yaşanmasına vesile olan duruma baktığınızda, keza iddia edilen lezbiyen denilen batıl rezaletin toplumumuzda şiddetle reddedildiğini biliyorsunuzdur.
Dolayısıyla böyle magazinsel bir durumun günlerce medyanın gündeminde yer alıyor olması utanç verici değil midir?
Hatırlarsanız, Aile ve Sosyal Politikalar Eski Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya Hollanda’da hakarete maruz kalmış, lakin bayan olmasına rağmen bu kadar gündem olmamıştı.
Her gün kadınlara yönelik şiddet olayları yaşanıyor: Annemiz, bacımız, eşimiz, hayat arkadaşımız olan, her şeyden önce insan olan zavallı kadınlar, gözü dönmüş caniler tarafından tekme tokat sokaklara atılıyor.
Daha da vahim olanı; ülkemizde son bir yılda 133 kadının koca şiddeti neticesinde öldüğü iddia ediliyor ve buna rağmen malum olumsuzluklar bu denli uzun süre gündemde kalmıyor.
Ama ne hikmetse, gayr-i ahlaki ilişkilerle bir arada bulunan iki sanatçının şiddet ve kargaşası günlerce gündemi alt-üst ediyor.
Bir toplum ancak bu kadar erozyona uğrar!.. Bir nesil ancak bu denli asimile olur!.. Hamuru inançla yoğrulan, temeli İslam’la müşerreflenen bir milletin akıbeti böyle olmamalıydı.
Nereden nereye geldik? Tek kelimeyle yazıklar olsun!..
Yeri gelmişken şu hatırlatmayı da elzem görüyorum: Bizim inancımızda, ahlakımızda, kültürümüzde, temel yapımızda kadına yönelik şiddetin yeri asla yoktur.
Bin 400 yıl önce cahiliye dönemi toplumunda kız çocuklar diri diri toprağa gömülürken, iki cihan serveri Hz. Peygamber Efendimiz (sav); Asr-ı Saadet döneminde bu utanç verici olumsuzluğa şiddetle karşı çıkmış, reddetmiş ve son bulmasına vesile olmuştur. Böylece kadınlara hak ettiği en güzel değeri vermiştir.
Hatta “cennet anaların ayakları altındadır” ifadesiyle inancımızın kadınlara ne kadar önem verdiğini de açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Çünkü onlar da tıpkı erkekler gibi “eşref-i mahlûkat” (yaratılanların en şereflisi) sırrına mazhar olmuşlardır.
Bu anlayışla yola çıkarak, başta kadınlar olmak üzere, tüm insanlara yönelik yapılan her türlü şiddeti kınıyor, lakin gündemin gayr-i ahlaki ilişkilerle bu denli meşgul edilmesinin de doğru olmadığını cümle âleme deklare etmek istiyorum.
Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…
Bilal KARADAĞ