Siyah beyaz filmlerin renkli hayallere götürdüğü günleri özlüyoruz. Eskiden herşeyin tadı başkaydı. Bildiğimiz ekmek, kuru kuru ekmek yemek bile, lüks bir sofradan daha çok tat verirdi. Paylaşmanın tadı bile bambaşkaydı. Tek başına yemek yemenin sıkıntı verdiği dönemleri ne çok arar olduk. Belki de bedenimizi herşeyle buluşturduk ama, ruhumuza iyi gelecek ne varsa küstürdük...
Gülmelerin çoğu yapmacık olmuş şimdi. Eski fotoğraflarımıza bakarsak samimi olarak çekindiğimiz, kadraja aldığımız ruh hallerimiz doğallık ile bezeli. Belki çoğu komik gelir ama çekindiğimiz anın psikolojisini o kadar güzel yansıtır ki, derin geriye götürüşlere sebeb olur. Geçmiş o kadar güzel sarar ki ruhumuzu, o eski anların ruhu bedenimize giriyor gibi ! Eskiye her bakışımızda beğenmediğimiz o anların hayali, aslında ruhumuzun şu ara en çok ihtiyaç duyduğu samimiyetlerin eksikliğini o kadar çok hissettiriyor ki anlatmak imkansız.
Caddelerde sokaklarda eski ruhunu yitirmiş bir zamanda. Kimsenin kimseyi tanımadığı, kapı komşunun adını daha bilmediği, siyasi düşüncesini tahmin edip uzak kaldığı, görünüşüne göre bir yere konuşlandırıp uzak kaldığı, soyut ruhsuz bir dönemde yaşıyoruz. Herkesin kutuplaştığı, aidiyetlerin en önce konuşulduğu samimiyetin olmadığı bir dönem hem de! Sesi en çok çıkanın haklı sayıldığı, en çok bağıranın daha çok sevildiği, evlerin mahremiyetine kadar herkesin birşeylerden korktuğu ve hemen söylentilere göre kanalize olduğu, düşünceden yoksun bir dönem de yaşamak ne zor gelir belli bir yaşın üstündekilere. Kimsenin kimseye saygısı kalmadı. Bireyselleşmenin son reddesini çoktan geçtik. Toplumun örf adetleri yerle bir oldu. Siyah beyaz film dönemlerine inat renkli ekranlardan aynı değişmez suratların hep aynı tonda haykırışlarına bağırışlarına maruz kaldığımız şu zaman da fikrini dahi söyleyemeyecek duruma getirildik haberimiz yok. Herkesin aman şunu yapma, bunu söyleme dediği bir zaman !
Eskiden samimi duygular o kadar belliydi ki içinde rolden eser yoktu. Şimdi etrafımızda sıkça gördüğümüz, bedenin başka beynin başka bir dünyayı yaşadığı garip insanlar görüyoruz. Yalakalığın aşağılık denecek kadar bazı bünyelerdeki hallerini gördükçe, eskinin o yalansız dolansız günlerini o kadar özlüyoruz ki. Çaresiz, sokaklardan en çok da ekranlardan maruz kaldığımız, ruhumuzu yoran, öfkelendiren bu ironik durumlara alışmak zorunda olmak, ne zor. Yeşilçam’ın kötü karakterli oyuncuları bile, belli bir seviyeden sonra yüreğimizi ısıtacak güzel bir tarafını yansıtırdı. Hangimiz sevmedik Erol TAŞ’ı hangimiz nefret etti o dönemin kötü roldeki karakterlerini. Ya şimdi rol yok ama nefret silahları o kadar çok mermi atıyor ki. Savaşa silaha kana karşıyım diyen doktor da olsa, terörist damgasını anında yediği bir dönem. Ne saygı ne sevgi !
Siyah beyaz ekranlar çoktan karardı. Her gün bir maymunun fikrine maruz kalıyoruz. Gerçek sanatçıların sustuğu şebeklerin ekranlardan hiç düşmediği lanetlenmiş bir dönem. Kadının lanetli bir canlıymış gibi görüldüğü Adnan oktar Müge anlı gibi beyinden eser taşımayan programlarla, ekranlardan üzerimize atılan mikropların gündemde daha çok olduğu ve sanki çok normalmiş gibi toplumda izlenmesi akıllara durgunluk veren bu dönemi, eskiyle kıyaslamak ne ironik ! İronik ama çok bilindik bir sebebi var bunun. Nasıl yaşarsanız size reva görülenler de yaşadıklarınız gibi olur.
Samimi duyguları arıyor çoğumuz. Siyah beyaz film dönemleri nasıl geride kaldıysa artık samimi duygularda geri dönmeyecek hep özleyeceğiz onları. Gün geçtikçe kendimizi avutacak kobay fareler gibi verilenlerle güdüleneceğiz. Ruhumuzu beynimizi saran, gittikçe bedenimizi içinde eriten bu kötü dönem oyuncularının maruz kaldığımız ruh dünyalarını, üzerimizden atacak takatimiz bile kalmamış durumda . Paylaşmayı, umut etmeyi , geleceğe yürürken saygı sevginin beraberinde yürüdüğü günleri daha çok özleyeceğiz zamanla. Nerde o eski yaşamlar dediğimiz günler hiçbir zaman bitmeyecek. Ekranlardan bize sallanan parmaklara, film yada program diye bize sıçratılan pisliklere dur demenin zamanı gelmedikçe hiç birşey yolunda gitmeyecek. İçimizde yaşatacağız çoğu eski samimi duygumuzu, ötesi de yok zaten !
Hiçbir şey yolunda değil diye çaresiz ölmeyi bekleyecek durumda değiliz. Bazen en dibini en laçka halini görmek lazım hayatın...
GÜNE DAMLAYAN
"Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?
Sana düşer azapların, tövbelerin beteri.
Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:
Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri."
ÖMER HAYYAM